29 Aralık 2014 Pazartesi

Eski yıl postu

Millet yılbaşında napıosunuz?
Ben yirmi gün olmicim. Hastaneye yatıcam. Geçirdiğim aşırı yoğunluk stres ve depresyon ben de çoklu kişilik yaratmış pamuk gibi olup döneceğim.

Dualarınız benimle olsun

Iyi yıllar

Sevgiler

25 Aralık 2014 Perşembe

Yorumsuz

Ben porno izlemeyi sevmem diyen erkek daha tanımadım. Ben dahil o konulu pornolardaki insanların "aslında" ilaçla, bişeylerle o moda gelmesi için kim bilir neler yapıyorlar. Ünlü porno yıldızları çağdaş kapitalizmin kölesi oladursun şöyle.


Yanlış biliyorsam düzeltin ama dünyanın en uzun penisli adamı Jonah Falcon diye bi amerikalı. Adamın bildiğin eşşek ( aradaki ş harfini daha çok yazabilirsiniz ki hakediyor bence ) kadar şeyi 34 cm. Ki bu kadar boyutlu bir penise sahip olmakta zaten her zaman başa bela olur. Ki Bu garibimin başına da gelmeyen kalmamış. Havaalanında kitle imha silahı taşıyorsun diye durdurmuşlar adamı. Normal sıradan senin benim gibi bi insan yani.

Ama bizim Türk erkeklerine sorarsak "Abi 34 santim neymiş yaa benimki kafası hariç 40 olur" der de der. Abartı zaten Türk erkeklerinden kanında fazlasıyla hakim durumda. Aslında bu durum sadece "kendi" penisleriyle ilgili ve cinsel fantazilerinden bahsedince açığa çıkıyor. Çağdaş Türk insanı ( özellikle 90larda doğmuş olanlar - şimdilerin 20-25 yaş arası - ) penis boylarının ne kadar büyük , kasvetli, hatta hayvani boyutlarda olduğunu söyleyip duruyorlar.

İşte Küçükün tek sorunu da bu. Adı üstünde Küçük!

Otur aşşağı.

18 Aralık 2014 Perşembe

Uyuşuklukta üstüne yok olan sevgili

Şüphesiz erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer diye bi olay var ve ben bu gruba baya bi dahilim. Küçükte aynı şekilde devam ediyor. Dün yaptığım Limonlu kekimin yanında çay ve kahve içtikten sonra efendinin gönlünü alarak 1-0 öne geçmiş bulunuyorum sanmıştım. Ama beyfendi akşam yemeğinde menemen yapayım da yiyelim diyince kalktı menemen yaptı ve getirdi koydu önüme. Tamam hayatımda yediğim en güzel menemen değildi ama sevgilinin eli değince o menemen oluyo sana çikolatalı sufle. Demek ki neymiş aşk insanın yaptığı yemeklerin tadını bile değiştiriyormuş.

Yaklaşık 9 gündür beraberiz. Ve günden güne katmerleniyor sevgimiz. Bunun bir hoşlanmak olduğunu sanmıyorum ki öyle de değil bence. Eski sevgililerimden ben böyle alaka görmedim arkadaş. Ev soğuk mesela, direk bana dediği üstüne bişey al bak burnun akıyo hasta olacaksın diyip önce bi fırça atıyo sonra gelip battaniyemi örtüp hoop yanıma yatıyo. E tabi insan vücudu en iyi ısıtma cihazıdır sonuçta. Kim uydurmuşsa çok güzel uydurup gediğine oturtmuş. Daha başka olay sabahları kalkıp oturma odasıns geldiğinde ben her zamanki modumla oturuyor oluyorum. Bilgisayarın başında o site benim bu site senin fink fink geziyorum. Geçiyo karşıma oturuyo bacaklarını ayıra ayıra. Böyle mayhoş mayhoş yandan yandan bakıyo bi de uyanamamış belli. Yanına oturuyorum çayını kahvesini veriyorum içiyo ondan sonra hoop ben ayrı bi aleme geçiyorum. Küçükle maldivlere gitmişiz orda tatil yapıyoruz. Otelin birinde balkonda elimizde içkilerimiz ay ışığında yudumluyoruz. Aşağıdan birisi bize bakıp bakıp el sallıyor. Bu aşağıdan birisinin bize bakıp bakıp el sallamasının ne anlama geldiğini bilmiyorum ama bu aralar kurduğum hayallerde sürekli aşağıdan birisi bize el sallıyo. Elleri "Merhaba heey ordakiler" gibi değil de , " Güle güle görüşürüz" gibi bir el sallama. Sonra ben arkasından Nah falan yapıyorum orası ayrı. 

Küçükle bu aralar en iyi yaptığımız şey uyumak. Sabah öğlen akşam gece sürekli uyuyoruz. Bi de uyandığımızda yine birbirimizi uyutuyoruz. Uyurken onu izlemesi zaten ayrı bi olay ve heyecan vericiyken benim aklıma gelen başka hayaller oluyor. Ya şu an rüyasında bi başkasını görüyorsa diye düşünmeden edemiyorum. Uyandırsam mı acaba diye düşünüyorum. Sonra kıyamıyorum bu sefer uyandırmaya. Rüyasındaki başkasının kim olduğuna karar vermede üstüme de yok. Geçen gün Miranda Kerri gördü televizyonda. Off taş gibi hatun bilmem ne laflarını da bolca ettikten sonra elini apışarasına götürdü sonra yine televizyona baktı. Kesin dedim Bu Miranda Kerri rüyasında görüyo. Uyandırsam mı şerefsizi diye düşünüyorum. Bu sefer uyandığında yine birbirimize ninni söylicez yine uyutucaz birbirimizi. Hoop ben yine aynı şeyi tekrar edicem. Ev beşinci katta ve cadde üstü. Vızır vızır arabalar geçiyo ve yol çalışması da cabası. Bu gürültüde bu bünyeyle uyumakta her yiğidin harcı değil ama olsun. Uyuyo bildiğin. Sesleniyorum mesela, cevap vermiyo. Dürtüyorum biraz, çimdikliyorum falan adam da tık yok. Öldü mü diye kulağımı kalbinin üstüne koyuyorum allahtan nefes alıyor. Uyandıramadım bi türlü. Kalktım bilerek ve isteyerek, oturma odasındaki televizyonun sesini son ses açtım, akşamdan kalan bulaşıkları bi güzel bol gürültülü bi şekilde yıkadım, üstüne daha dün yıkadığım çamaşırlarımı tekrar yıkadım. Kalktı geldi bu. "Bu ne ses yaa, uyuyoruz görmüyo musun" diye söylenmeye başlayınca yanımda duran kör bıçağı elime alsam bunu banyoya soksam bağırsaklarını felan deşip bağırsaklarından kokoreç yapıp taaa Antalyalarda çingene mahallelerinde satsam para eder mi diye düşünmeden edemedim. 

Geldi geçti oturdu karşıma. Kahve istedi yaptım. Kahveyi içti hooopp aynı mod devam. Sesleniyorum Yok. Dürtüyorum yine yok. Ölü taklidi mi yapıyor diye bakıyorum o da yok. Ben de geçtim üstüne resmen zıpladım. Hayır ben canı acısında uyansın bişeyler yapalım kahvaltı falan edelim diyorum. Herif "biraz daha aşağı biraz daha aşağıya evet evet orası işte çok kötü ağrıyor aşkısı" diyince benim şalterlerim attı. Gittim çamaşır makinasını bi kere daha en uzun yıkamasına ayarladım. Benim evdeki çamaşır makinası yerinden kendi kendine hareket edebiliyor. O yüzden evdeki en yüksek sesi de o çıkarıyor. Bi ara bunun böyle uyuşukluğundan benim de canım sıkıldı geçtim üstüne yattım. Uyumuşum üstünde hem de hiç kıpırdamadan. Bi de salyalarım falan akmış bunun üstüne Allahııımm ne kadar iğrenç. Neyse ki ondan önce yine uyanan ben oldum da gittim salyamı felan temizledim.

Bi ara bunun kardeşi aradı. Hani şu bizi soru yağmuruna tutan ve Küçükün sırıta sırıta cevap verdiği kız kardeşi. Küçüğün ne yaptığını sorduğunda " Naapsın sabahtan beri horul horul uyuyo, gece bunu kamyoncular düdükledi heralde ses seda yok. Ölmemiş merak etme onu da denedim. Yataktan kaldırdım da bana mısın demedi. Üstüne çıktım bi de tepindim bile ne diyosun sen. Şimdi kafasında tabak kırıcam sonra bardak deneyeceğim bakalım ne olacak" diye söyledim. Telefonu kapatıp geçtim balkona oturdum. Kalktı geldi bu yanıma. "Saat kaç olmuş yaa niye uyandırmadın beni?". İşte o an onu o balkondan atmak istedim yemin ederim. Yok ebenin herekesi ya. Niye uyandırmadınmış. Bense karşısında gözlerine far tutulmuş tavşan gibi bi süre bekledim. "Efendim, anlamadım" dedim. Halbuki soruyu gayet net bi şekilde anlamıştım ve milyon defa beynimde aynı soru tekrar ediyordu. "Saat kaç olmuş yaa niye uyandırmadın beni?". Tamam işsiz güçsüsüz anladık ama her normal insan gibi sabahın onunda kalkıp kahvaltı yapmak varken yatağın içinde ölü taklidi yapmak niye yani?


17 Aralık 2014 Çarşamba

Limonlu Kek

Küçükle dün ayrıca tartıştık. Kardeşinin bizi biliyor oluşu ve bu konuda kardeşinin yaklaşımına ters baktığımı gözlerinin içine soka soka anlattım. Bilebilir normal bişeydir. Diyip ortadan çıkmak istiyorum aslında ama bilipte daha sanki bana itiraf ettiriyormuş gibi ve sanki onun yanında bişey yapmak zorundaymışız gibi hissettirmekten başka bi boka yaramıyor kardeşi. Hayır kırıcam ağzını burnunu sonra ben kötü olucam.


Küçükten çok ondan neden bahsediyosam ben de. Neyse konumuz "Ben bugün kek yaptım, hem de limonlu" ana temalı yazıma başlayayım.

Çok önceleri kek yapmayı bilirdim. Unutmuşum. Hemen acil servis gibi imdadıma yetişen Özleme yazdım. O da Ankara yollarında bana kek tarifini verdi. 

- 3 adet yumurta
- 1 su bardağı şeker
- 1 su bardağı süt
- 1 çay bardağı sıvı yağ
- 1 paket kabartma tozu
- 1 paket vanilya
- 2,5 su bardağı un
- 1 adet limon

Hazırlanışı

Yumurta ve şekeri derin bir kaba koyup iyice çırpıyoruz. Derin olması ayrıca önemli çünkü bütün kek hamurunu o kabın içinde yapacağız. Yumurta ve şeker birbiriyle iyice bütünleşince üstüne bir limonun kabuğunu rendeleyip , limonun suyunu da ilave ediyoruz. Hemen ardından süt, sıvı yağ ve vanilyayı da ekleyip iyice birbirleriyle bütünleştiriyoruz. En son un ve kabartma tozunu da ekleyip kulak memesi kıvamında hamurumuzu hazırlıyoruz. Ben hamura fazla un koymuşum o yüzden yarım bardak daha süt ekledim. 

Hazırlamış olduğumuz karşımı önceden yağlanmış kek kalımıza dökerek 170 derece fırında 45 dakika pişiriyoruz. 

Sonra istersen pudra şekeri döküp süsleyedebilirsin.

Tarif bu kadar. 

Şimdi Küçükü kaldırmanın zamanı. Bakalım beğenecek mi.

Bu da Kekimin resmi. Haydi afiyet olsun.




16 Aralık 2014 Salı

Küs

Aramızda kocaman bi soğukluk başladı. Kendine dokundurtmuyor, yemek hazırlatmıyor, sürekli tersleniyorum. Neden olduğu konusunda bi fikrim yok. Ama bir senelik trip atma limitimi aştım galiba. Napim ama uzun zamandır kimseye trip atmayınca olan bu oluyor haliyle. 


Şimdi konuşmuyoruz. Yatakta yatıyor. Gece 3te yatağa girdi ve saat 17:19 hala kalkmadı. Arada Öldümü kaldı mı diye bakıyorum odaya ki yanına yaklaştığımda kuduz köpek gibi hırlamaya başlıyor. bi hafta önceki romantik herif oldu sana ayı yavrusu. Hayır ciddi ciddi bişey yaptığım yok yaa. Kıskanmak ve kıskanılmak bence dünyanın en güzel şeyi. Tabi abartısı biraz fazla kaçıyor ki ben genelde abartıyorum kıskanma olayını. Onsuz nefes alamayacak seviyeye bile geliyorum. Kalbim sıkışıyo, gözlerim doluyo ve ağlamaklı oluyorum. Sonra beyfendi bana "Dökme o timsah gözyaşlarını boşu boşuna" diyip bütün algı romatizmamı yerle bir ediyor. 

Geçen gün parti yaptım mesela. Arkadaşlarımı çağırdım. Tanıştırdım efendiyi. Boku çıktı zaten partinin. İçki içmesini bilmeyen insanları ev partisine çağırırsan tuvalette kuyruklar, yerlerde ve koltukların üstünde kusmuklar olur tabi. Başka bi olay da Dj denilen düdük hareketli parça çalacağı yerde arabesk çalarak milletin ruh halinin içine etti. En başka durumsa Bulaşıkları yıkayacak insan kalmadı. Hepsi sarhoş oldu. Bi yerlere düştü. Bi ara yatak odasına baktım rahat 7 kişi altlı üstlü yatmışlar kendilerinden habersiz. Küçük zaten sarhoş olmaz dedim ama o da moda uyup hoop gece 12 demeden sızdı. Bi uyanık ben kaldım anlayacağın. Tanışma partisi oldu sana uyuma partisi. Grup sex yapsaydım bundan daha çok zevk alırdım.

Yaklaşık olarak 15 saattir konuşmuyoruz. Konuşmaya çalışsam da sürekli tersleniyorum. Hayır ne yaptığımı anlamaya çalışıyorum da daha bulamadım. Ama dün ağzındaki baklayı çıkardı ya ben kesin ona sinirlendim. Ona kırıldım. Benden ailesine bahsetmiş. Ne dersen de. Ben kendi ilişkimin senin ve benim aramda olmasını istedikten sonra kime ne anlatırsan anlat benim de bu konuda bozulma hakkım var. Dün gece Küçüğün kız kardeşi bendeydi mesela. Bi imalar bi bakışlar bilmem neler. 

- Nasıl yani siz şimdi napıyosunuz?
- Kaç aydır berabersiniz?
- İleride hollanda ya da canada düşünüyor musunuz?
- Peki çocuk isterseniz ne olacak?
- Şimdi hanginiz çalışacak hanginiz evde duracak?
- Gelinlik giyilecek mi yoksa ikinizde smokin mi giyeceksiniz?

Ve bu gibi soruların aklına hayaline gelmeyecek dahası. Kıza ters ters bakıyorum. "Yoo bişey olmaz rahat ol ben zaten biliyorum sizi" diyip duruyo. Ya tamam madem bizi biliyosun da neden şimdi bu imalar falan hayırdır yani noluyoruz? Küçükte zaten ayrı bi pis. Sırıta sırıta cevap veriyo. Ben kızla konuşurken aşırı kasılayım beyfendi ohh gel keyfim gel. 


14 Aralık 2014 Pazar

Yalnızlık

‘’herkes gider ama o kalır’’
yalnızlık sözlerine ve yalnızlara…
‘’İnsanlar dünyaya yalnız gelirler… Yalnız giderler… Bana sorarsanız, yaşarken, gelirken ve giderkenkinden daha yalnızdırlar.‘’
Emily Carr

‘’Bazen evrende yalnız olduğumuzu düşünürüm, bazen de olmadığımızı. Her iki durumda da bu düşünce beni afallatır.’’
Arthur C. Clarke

Yalnız olduğunuzu düşündünüz mü?
Yalnız olduğunuzu fark ettiniz mi?
Yalnız kalmaktan korktunuz mu?
Yalnızlığınızı kendinize itiraf ettiniz mi?
Yalnızlık iyi mi kötü mü?
Hiç yalnız kaldınız mı?

* * *
Her yer ne kadar kalabalık değil mi? Otobüs durakları, alışveriş merkezleri, caddeler, piknik alanları, eğlence mekanları, herhangi bir şey için beklediğin sıra ve hatta kendi etrafın bile kalabalık. Her yer insan seli. Bazen kendi sesini bile duyamazsın kalabalıkta başkalarının sesinden. Ama o kalabalıkta bile yalnızsındır aslında. Herkes bir arada ama herkes tek başına, herkes bir arada ama herkes yalnız…
İnsanın yalnızlığı kendi tarihinin çok eskilerine dayanır. Çünkü yalnızlık doğarken başlar. Kulağına gelen ilk cümle ‘’hoş geldin’’ cümlesidir. Bu, belki de hayatın boyunca duyduğun – duyacağın en samimi, en safiyane ilk ve son cümledir. Yıllar geçtikçe ve sen büyüdükçe samimiyetlerin azaldığını, düşüncelerin negatifleştiğini ve yavaş yavaş yalnız kalmaya mahkum edildiğini görürsün ve en sonunda yalnızlaştırılırsın. Bazıları yalnızlığı isteyerek seçer ama bazılarına da seçenek bırakılmaz, yalnızlaştırılır.

Yaşam içinde yaşam mücadelesi verirken de yalnızsındır; hayata karşı savaşırken tek kişilik ordu olursun hep. Önüne, arkana, etrafına baktığında kimseyi bulamama ihtimalin hep yüksektir. Geçmişin, tek başına kazandığın ve tek başına kaybettiğin mücadele örnekleriyle doludur. Kendi cephenin tek askerisindir hayat boyu.
Ölürken de yalnızsın. Tabutunun etrafındaki yabancı elleri hissettiğinde anlarsın. Son cümle ‘’iyi bilirdik’’ cümlesi değil midir? Yanında olmadılar, mücadelene katılmadılar, elinden tutmadılar, koluna girmediler ve seni hiç tanımadılar. Ama seni hayat boyu hep iyi bildiler. Ne kadar samimi değil mi? Dedim ya; samimi ikinci cümle yoktur.
Herkesin hayatında yalnızlık yaşadığı anlar olmuştur. Bazılarının yalnızlığı bitmiştir, bazıları şu an yalnızdır ama bazıları da bir gün yalnız kalacaktır. Yalnızlığı biz yarattık, hem kendimize hem de başkalarına yakıştırdık. Kimine öyle yakıştı ki çıkaramadı üzerinden.

Yalnızlık iyi şeydir, herkes gider ama o kalır…

13 Aralık 2014 Cumartesi

Akşama parti

Akşam evde parti var. Ben veriyorum. Hazırlıkları yapacağım. Eski arkadaşlar, eski iş arkadaşları ve yeni arkadaşlarıma. Ha bi de Yeni sevgili Küçük. Alışveriş hazırlıklarına başlamak için listemi hazırladım. Etrafa Küçük mumlar, Tea-lightlardan, bir şişe şampanya gecenin sonunda kullanmak için. 3 kasa bira ( anca yeter - yetmezse gelenler de bi zahmet getirsin - ), Süslemeye gerek yok, 50 kişilik pasta, kurabiye , Müzik sistemi, İyi seçilmiş müzikler ve müziğin başında durup müziği ayarlayacak bir insan gerekiyor şimdilik. Ha bi de o kadar bulaşığı yıkamak için bir seçilmiş insan lazım bana.

Kış aylarında yapılması gereken bence şömine karşısında yapılması en muktedir şeydir ev partisi. Ya da sahil de araba tekerlek lastiği yanarken etrafında kızılderiller gibi dönerek dans etmekte olabilir. Tabi aklıma şimdilik en kolay olacağı olan ev partisi geldi. 

Gelelim ev partisini yapma nedenlerime. Bir tane nedenim var zaten. O da Küçüğü etrafıma tanıtmak. Arkadaşlarıma göstermek. Fikirlerini almak. Hoş, olumsuz bişey söyleyeni o anda içtiği bira şişesinin içinde boğarım. O yüzden buna zaten cesaret edemezler. Lan sizi buraya yeni sevgilimle tanıştırmaya çağırıcam bi de gelmiş karşıma "yok göbekli, yok bıyıklı, yok sidikli" diye laf edecekler. Ettirtmem. Sidikli de olsa benim sevgilim işte. Ohhh çatla da patla emi.

Kimleri çağıracağıma gelince. Bu listeyi baya baya abarta abarta düşündüm. Eski arkadaşlarımdan telefonunu bilerek suya atıp "aaa elimden düştü pardon" diyip ağlayıp zırladığım Merveyi bile listeme ekledim. Ama onun telefonunu da suya atmamın bi nedeni vardı. Kızın hayatına sürekli ama sürekli (!) Mehmet isimli kişiler giriyordu. Telefonda o kadar çok kayıtlı Mehmet vardı ki dışarıdan birisi " Mehmet K. nın numarası var mı" diye soracak olursa anında telefon rehberine bakıp verecek cinsten. En son canıma tak etmişti ama. Hergün bi mehmetten bahseder olmuştuk. Mehmetleri karıştırıyordum hep. EsMehmet, Emehmet, Kmehmet, Koca mehmet, Yuh mehmet, Ad mehmet... Koyacak bir isim bile kalmamışken bi gün buna "senin mehmetlerle ilgili bir lanetin var bence" diyip telefonu aldığım gibi bariz ve gözle görülür bir şekilde denize fırlattım. Tabi bunu yaptıktan sonra merve beni mahfetmesinden tutta ciğerimi söküp kedilere yedirmeye kadar götürdü işi. Ama sonra ne oldu, Bir hafta sonra İmdat biye bi çocukla tanıştı. Şimdi konuşmuyoruz ama çağırsam gelir heralde partime. Bedava bira içecek gelmez mi puşt.

Arabasına oniki tane gözle görülür kalıcı çizik attığım Moody var bi de. O da içkici alkolik içince işin bokunu çıkarıp intihar etmeye bile kalkıyordu. Onun arabasına çizik niye attım net hatırlamıyorum ama üç hafta benimle konuşmamıştı. Sonra çizikleri sildirmek için masrafların yarısını ben kabul edince aynen devam ettik.

Ben partilerde Pinata kırmasını çok severim. Pinata da alıcam. Kalabalık olunca çok güzel oluyor vurup kırması. Şekerler filan dökülüyo içinden. Biraz vahşice ama eğlenceli bişey.

Parti sonrasını da yazarım artık.

Bi de İlknur Akpınar arkadaşımız çekiliş yapıyor Katılımlarınızı beklerim

Çekiliş Linki : Tık Tık

11 Aralık 2014 Perşembe

Başıma Gelenler

Onunla ayrılmış ve bitirmiş olmam annemin ağzının kapanmamasına yetti bence. Onun hakkında bi günde o kadar çok cümleyi ben bile kurmaya cesaret edemezken kadın sabahtan başladı konuşmaya akşama kadar bik bik kafamı sikti attı. O bişey değil hadi annem onun hakkında konuşabilir, hadi ablamda konuşsun ona da bişey diyemem. Ama konuşan kişi annemin üçüncü kocası olunca bende şalterler birden attı. Ablamın evine misafir gelmesi nedeniyle annemde mecburi kalmaya başladım. Daha sonra Annemin ve kocasının ( ciddi ciddi seslenirken ona kocası diye sesleniyorum adamın adını bile unuttum ) Onun hakkında bıdı bıdı yapması beni bunaltan tek şey oldu. Bi an durdum. Düşünmedim bile.


"Ben Alanyaya gidiyorum!" dedim. ve kaçarak odama gidip sırt çantama iki pantolon ve iki fanila atıp botlarımla kaçarak çıktım.

Ablam beni aradığında telefonu açıp "Bok vardı beni istanbula çağırdınız, al işte yine tartıştık" diyip telefonu tamamen kapattım. Üç gün ulaşamadılar bana.

Çıktım ilk arabayla Alanyaya geldim. Cebimde sınırlı para, sırtımda bi sırt çantası ve tanıdıkların evlerini arşınlamaya başladım. İlk gün yolda arkadaşımın birisini gördüm. Ben Antalyaya geçicem gel beraber gidelim dedi. Ben de hayır demedim. Zaten özgürüm artık. Kalacak yerimde yok. En iyisi gitmek dedim.  Antalyaya gittik. Kemerde bir clübe girdik ve sabah yedi de zor çıktık. Bu hoop yere düştü şarhoşluktan. Ben ne yapacağımı bilemedim. Ehliyetimde yok alıp götüreyim alanyaya. Ben de bi telaş başladı. Allahım adam ölüyo diye önce küçük çaplı bi şok geçirip hemen kafamı topladım. Gittim içeriye birilerini aradım buldum. Manavgata zorla bizi götürmeleri için yalvardım resmen. Allahtan merhametli insanlar da bizi alıp manavgata kadar bıraktılar. Sonra bu uyandı. Alanyaya geldik.

Bi de doğumgünüm. Yağmur yağıyor. Arabanın içinde yağmurun altında çok sevdiğim arkadaşımla berabert arka koltukta romanrizmin dibine vuruyoruz. Tam olarak yanımda olması gereken kişi buydu işte. Bi isimde bulamadım ki şimdi buna. Du bakim Küçük olsun madem. Hoş hiç yakışmıyo ama... Neyse. Küçükle biz aynı arabada kaldık. Saatlerce ne yaptığımızı bilmeden öylece oturduk. Bence bana maviyeizsürenin doğumgünü hediyesinden sonraki en güzel hediyeydi.

Alanyaya geldim. Ev buldum anında. İki aylık kirayı peşin verdim. Akşamında Küçük beni aradı. Ev bulup bulmadığımı sordu. Buldum dedim. Tamam sana geliyoruz dedi telefonda. Kimle diye sormadan 15 dakika içinde eşyalarıyla birlikte eşini ve bavullarını toplamış gelmiş. Kız küçüğün annesiyle atışmış. Bu da sinirlenmiş hoop nefesi benim evimde aldılar. Önce bi keyif süreydim falan yok tabi.

Neyse şu an kız ve küçük benim evimde. Kız yemek yapıyo. En azından güzel yemek yeriz yaa. diyerek kendimi avutuyorum. Ama ben Küçüğe aşık oldum galiba. Allahım nasıl bi duruma düştüm ben. Kızla Küçük zaten evli değiller. Evlenmeyi de düşünmüyorlarmış. En iyisi.


4 Aralık 2014 Perşembe

Hazır

Hazır Kış ayı

Hazır Aralık ayı
Hazır tekim
Hazır doğum günüme 5 gün var
Hazır Yine şanslı ayımdayım

Ben naaptım?

Yine bunalıma girdim.

Sonra görüşürüz

2 Aralık 2014 Salı

Adana Macerası kısa kısa

Valla bana hiç öyle "ooo yine geziyorun filan" deme. Hem üzerimdeki depresyonu atayım hem biraz değişiklik olur hem de arkadaşımın sözü vardı onun için gittim Adana Kozana. Zaten yolculuk o kadar berbat geçti ki başıma neler geldiğini anlatsam fıkra gibi durur.

İstanbul Samandıra tesislerinden Metro Turizme binerek Adana merkeze gittim. Yol o kadar uzun sürdü ki anlatılmaz yaşanması lazım. Arabanın tamamı neredeyse Suriyeli doluydu. Yanımda da yine Suriyeli vardı. Televizyon çalışmıyor, wifi çalışmıyo , yanımdaki adam ayakkabısını çıkarmış uyuyor, arabanın içi leş gibi kokuyo. Hosta şikayet ediyosun "Abi napim ben de bu durumdan şikayetçiyim " diyo. Koltuğumu değiştir boş koltuklar var diyorum "Abi onlar Adana da dolacak" diyip kestirip atıyo. Salak bilmiyo heralde arabanın veya benim Adana merkezde ineceğimi. Neyse , Sonra twitterdan verdim veriştirdim Metro Turizme ben de. İsteyen bakabilir. Ertesi gün beni engellediler gerçi. Ulan koskoca Metro Turizm bunu yaptı ya ne diyim. Bitti yani gözümde. Ben daha çok araba yolculuğunu seven birisiyim. Çünkü arabada olunca dayıyorum kafamı cama takıyorum müziğimi kulağıma hoop hayaller beni bekliyo. Ama bunda en fazla bok çukuruna düşmüş bi şekilde hayale gidebiliyordum. Artık sen düşün gerisini.

Aksaraya geldik. Dinlenme Tesislerine. Bi yolcunun köpeği varmış bagajda. Kendi kafesinde havlıyo hayvan. Korktu heralde ya da nefessiz kalmış olmalı ki resmen acı çekiyodu. Host efendi bagajı açtı. Köpeği dışarı çıkardı sahibi çağırdı arabadan indirdi kadını. İkisini de sizi arabaya alamayız malesef diyerek orada bıraktılar. Bi arbede bi gürültü koptu anlatamam. Araya ben de girdim. Biletin arkasındaki müşteri ile metro turizm arasında yapılan yazılı anlaşmayı okudum. Host bana "Abi sen ona bakma orda yazar" diyip ayrıca terslendim. Bu kadar hayvan düşmanı ve kalitesiz bir firmayla seyahat ettiğim için utanıyorum açıkçası şu an. Başka bi olay daha var. İlk mola yerinde - ismini bilmiyorum mola yerinin , büyük ihtimal bolu - bi tane 16 yaşlarında bi çocuk geldi. Ankaraya gidecekmiş. Ama çocuk sarhoş ayakta duramıyo. Büyük ihtimal uyuşturucu almış. Yere yatıyo vs.. Şoför naaptı? İki tokatı patlattı önce " Bonzai mi içtin lan sen hıyar" diyerek tekmelerle çocuğu arabadan attı. Hayır böyle yapması zaten anlamsız , gereksiz, kaba, ve haysiyetsiz bir davranışken polisler hemen ayağının dibinde 3-4 metre ileride onlara teslim etse bu kadar arbede yaşanmazdı eminim. 

Adanaya geldim. Diğer arkadaşla beraber kozan arabasına binerek gittik. Arkadaşımın sözü var. Evin önünde bi kalabalık. İki tane servis bekliyor. Servisler gitti sonra Sözün yapılacağı yere. Ben , yanımdaki arkadaşım ve arkadaşım ailesinden annesi babası ve erkek kardeşi kaldı. Sonra birden Evin alt katında inek yavrulamış. İnek yavrulayayım derken, miğde bağırsak, rahim , yumurtalık ne varsa dışarı da çıkarmış. Hayvan baygın düşmüş. Yatıyo yerde. Buzağı çıkamıyo o sıvı şeyin içinden. önce onu çıkardılar. Kenara çektiler buzağıyı. biz 6 kişi inekle ilgilenmeye başladık. Hayvan o kadar yorulmuş ki artık sesi çıkamıyo. Ama acı çektiğini anlıyosun. Elimize temiz steril eldivenler geçirdik. İneğin dışarı çıkan organlarının hepsini elimizle kıç kısmındaki yarıktan geri itmeye başladık. Biz ittikçe hayvan tekrar dışarı atıyo acıdan. Sonra Veteriner geldi. Biz organları içeriye ittik. İttikçe Veteriner bi yandan uyuşturucusunu narkozunu veriyo hayvana bi yandan da dikmeye çalışıyo yırtık yeri. Böyle böyle uğraşınca 2 saatimiz inekle ilgilenmekle geçti. Sonra duş al, saç tara ve hadi söze. Allahtan yanımda yedek kıyafet götürmüştüm. Diğer arkadaş şalvar giyerek gitti. Hoş garip karşılanmadı. 

Söz kesme olayı 1 saatte bitince bizde boş durmayalım bari diyerek yaylaya çıktık. Elimizde şişler, etler, alkoller fln fln. Orayı anlatmama gerek yok güzeldi orası. 

Ertesi gün sabah bahçeye gittik. Portakal ve mandalina bahçelerine. Bir ağaçtan bir çuval waşington portakalı topladım. Diğer portakallar nisanda çıkıyomuş. Sıkmalıkmış onlar. Bi de mandalina topladık. Limonda topladık. Üç el de ateş ettik. Gerçi o av tüfeğinin sesinden ödüm koptu orası ayrı. Eve geldik. yemek yedik. sonra hadi kaleye gidelim dedik. Çıktık giddik kaleye. Böyle bir manzara olamaz dedim. Alabildiğine yeşil alanları görebiliyorsun. Hükümet gerçi tokileri dikmiş oraya da ama yine de yeşil alanlar çoğunlukta. Ben koştur koştur çıktım o tepeye açıkçası. 

Akşam olduğunda Otobüs biletimi aldım. Geldim istanbula. Bu sefer metrodan alırmıyımm yaa. Yeni Adanadan aldım. Valla konforu süper. Koltuk aralıkları geniş. Digitürk var ve film arşivi geniş. 

karışık oldu ama olsun. 
görüşürüz

17 Kasım 2014 Pazartesi

Arkadaş paylaşımı


Onunla aynı şehirde aynı Ülkede olmak yeterince acı veriyorken şimdi bir de başıma arkadaş ayırma olayı çıktı. İstanbulda benle onun arasında yaklaşık olarak 50 km var. Sanki ilişkilerin bitiminin hemen arkasından mecburmuşuz gibi çöp çeker gibi "Aliyi sen al veli benim bırakmam, Çağdaş anneme lazım ama Bülent bana yaramaz" olayına girmemek için kendimi zor tuttum bugün.

Çok sevgili arkadaşlarım, "Ayrılmayacak ikili" olan bizim ayrıldığımıza hala inanmıyorlar. Ya da inanmayı reddedip "siz barışırsınızları" oynamaktan çekinmiyorlar. Beşiktaşta her zaman çay kahve içtiğimiz yere gittik. Toplam yedi sekiz kişi varız. Grupta bir kişi yabancı ki onun yabancı olmasının nedeni de bizim gruptan birisiyle tanışmaya getirmişler benim haberim yok. Hoş ben bu olayları hala "görücü usulü" olarak görsem de yine de anlam verememek her zaman mantıklı geliyor bana. 

Tam oturdum herifin beni nasıl boynuzladığından, nasıl yalan söylediğinden dert yanıcam. Hoop bi başkası ordan çıkıp "Drakula diye bi film çıkmış izlediniz mi ben beğenmedim" demesi üzerine kendime geliyorum. Hay o Drakula seni yesin emi. Lan burda acımı paylaşmaya çalışıyorum. Yalandan da olsa "Ah canım vah canım" diyeceğine. Etimden et günümden gün geçiyor. Tek hükmedemediğim şeyin zaman olduğunu söylüyorum. Adam gitmiş bana "Drakulaya izlediniz mi?" diyor. Baktım bunlar hala inanmıyorlar bizim ayrıldığımıza ben de sustum köşeme oturdum. Dalgın dalgın şu yeni tanışacak çifte bakmaya başladım.

Bi kere Ekipten olmayan çocuk gayet rüküş giyinmiş. Bu soğukta o yaz şortunu giymek heralde ben havai adalarında yaşıyorum aslında , buraya da bu çocukla buluşmaya geldim havası katmak istedi. Üzerinde ki t-shirtten bozma sarı kumaş parçasına ve kafasındaki şapkaya bişey diyemiyorum bile. Kel galiba o yüzden takıyo. Orasını bilemem. Bizim sümsüğün ağzı düşüyo orası ayrı. Bizim sümsüğün kendi mesleğine uygun giyinişi her zaman olan bi durum ki gazeteci olmanın bence en büyük avantajı bu olsa gerek. Her an haber yaparım mantığıyla ilerliyor. Adam haklı beyler. 

İlerleyen saatlerde bunlar baktım baya bi içli dışlı oldular. Telefondan fotoğraflarını göstermeler , twitter adreslerini almalar, telefon numaraları vermeler falan. Diğer çocuklarda bunları başgöz edicem diye nasıl yırtınıyorlarsa beni bi köşede unuttular. Anlamadım zaten bu durumu ya neyse. Neden bu kadar çaba sarfediyorlar ki bu ikisini birleştirmek için. Birisi gazeteci diğeri daha öğrenci üstelik Gastronomi okuyor. Seneye Gurme olarak çıkacakmış. Yani alakası yok. Gazeteci olan Akrep burcu, Gastronomi okuyan Yengeç burcu. Al sana uyumsuzluk abidesi. Hayır burçlarla falan alakası olmadığını bana kimse söylemesin. Yay ve Boğa burcunun da uyumsuzluğundan yola çıkacak olursak benim ilişkimin bitişini de buna bağlarım ben. 

Birisi bana döndü, "şimdi siz arkadaş ayırdınız mı?" diye sorunca bana. Ne diyeceğimi şaşırdım. Hassiktir dedim içimden allah biliyo. Bu sorunun geleceğini hatta bu soru karşısında nelerin yapılması gerektiğini hiç bilmiyorum. Çalışmadığım yerden geldi soru. Gözlerimi belerte belerte "aaaa neden arkadaş ayıracağım ki" dedim. O da bana "Neden ayırmayasın ki? Ortak arkadaşların sana sürekli onu ima edecek ve sen de sürekli acı çekeceksin bence bunu bi düşün" dedi. Ay gerizekalı mısın sen? sana mı düştü şimdi bu. Hayır arkadaş ayırma olayı da ne ki? Daha önce hiç yapmamışken ilkokul öğrencilerinin mal paylaşır gibi arkadaş paylaşmalarını bi türlü anlayamadım. Ya ortada biri varsa ve ikimizle de iyi anlaşıyorsa ve biz ikimizde onu istiyorsak ne olacak? Tamam bacakları sen alabilirsin ama omuz ve kafa benim mi diyeceğiz konuyu anlamadım tam olarak. Zaten bu konu tam bi saçmalıkken benim karşıma gelmesi ayrıca bi saçmalık.

Biri bana bu konuyu anlatabilir mi?

15 Kasım 2014 Cumartesi

Sevgili yok Artık

Bir ay boyunca keklenmemin sonucu olarak şimdi Sibel Can dinleyip evde kös kös oturuyorum bu bir. Hayır şarkıda çok güzel orası ayrı. Sevgiliyle son dinlediğimiz şarkı olur ki ben galiba hala bunalım modundan çıkamadım. Hazır kış ayları da geldi tam bunalım ayları tamamdır. 

Herif bana yalan söyledi ya. İnanabiliyor musun. Adamı ben Japonyada zannederken beyfendi İstanbula gelip evlilik hazırlıkları yapıyormuş. İnanır mısın ben bile bu kadar mükemmel işleyen bir planı yapamazdım. Senaryoyu kafamda yazdım zaten. Önce bana Japonyaya gittiğini söyleyecek, çünkü Türkiye ile en uzak saat farkı olan yer orası bu yüzden bunu söylemesi yeterli. Hoş ilk başta inanmadım ama sonra whatsapptan konum vs gönderince tamam bu Japonyadadır diye düşünmek zorunda bırakıldım. Bir diğer kısmı ise Telefonunun sürekli açık olması Ki ben bundan da şüphe duymadım. Açıkçası ben ne zaman Türkiye dışına çıksam benim de telefonum sürekli açık olurdu. Ki ben de ondan sandım. Daha sonra şöyle bi daha derine inince bunun babasından kalma Jetskisinin olmadığını farkettiğimde iş işten geçmişti. Hayır babası Jetskiyi nerde bulmuşta buna bırakıcak. Ayrıca hayatta olan babası neden buna "Al bu senin olsun" desin ki?

Açık arıyorum da sürekli. Kendi kekliğime , kekoluğuma yanıyorum. Abi adam gitti bak bir değil iki değil üç değil toplam 7 yıl 11 ay 10 günü sen tut hiçbişey olmamış gibi soyum üresin diye git... Ay dayanamayacağım. Daral geldi. Hep aynı hikaye. Kalbim sıkışıyo. Bak valla kalbim sıkışıyo şu anda. Ne yaptım lan ben sana!!

Haa serbest bıraktık o ayrı. Ne yani zincire mi bağlasaydım. Bi kere güç olarak benim beş on katım gibi bişey. Despotluk desen zaten benim gibi birine yakışmaz ama onda maşallahı var. Hoş ben kendime güvenmiyordum boynuzlamam boynuzlamam diye asıl boynuzu ben yemişim haberim yok. 

Neyse;

Artık Herif diyebileceğim bi sevgilim yok.
Artık Despot diyebileceğim bi sevgilim yok
Artık otu boku anlatacağım bi sevgilim yok
Artık zırt pırt arayacağım bi sevgilim yok
Artık Günaydın diyebileceğim bi sevgilim yok ( Hoş burda öküz olan benim, hiç çekmem öyle mesaj )
Artık ...
...
...

İşte sevgiliyle yapılabilecek ne varsa onlar yok

Yani kısacası Artık Bir sevgili(m) yok..

Duyurulur.

6 Kasım 2014 Perşembe

Son durum

Bedenim çekiliyor. Içeriye içeriye. Ittire ittire. Zorla sahip oluyor gibi. Biraz da beynimi zorluyor. Hayır karşımda konuşacak kimse yok. Şu an sadece kendi kendime konuşuyorum. Kendi kendime de niye düşünüyorsam artık. Şu an düşünmem gereken biri var. Ismine Öküz demek istiyorum. Ki nasıl bi öküz.

Anlatılmaz yaşanır.

Nasıl bu hale geldim bilmiyorum. Sanırım sevgilinin aramayışı ve yalnızlık hissi böyle bişey olsa gerek. Hala düşünüyorum "oğlum inya sen bu duruma düşmezdin" diye. Ama başını tutamıyorum ki son vereyim bu duruma. Hoş sevgili her gün aramasa da artık ben arayınca açmaya başladı. Konuşmasının sonu sürekli seni çok seviyorum aşkım oluyor.

Hayır neden beni çok seviyorsun bu yetkiyi kimden aldın sorusunu sormak için çok geç kaldım. Abartısız sekiz sene.

Sekiz sene boyunca bir öküze aşık olmuşum. Ya da dana kocadı öküz oldu.

Ben eski sevgiliyi istiyorum desem. Hoş bu seferde bana eski kafalı, geri kafalı, özenti, vintage tutkulu, aptal aşık gibi yakıştırmalar yapacak.

Neyse, 9 aralık doğumgünüm. Annem kar yağarken doğurmuş olmalı beni ki bu aralar herkes bana çok soğuksun diyo. E havalar da soğudu. Kışlıkları giysek terliyoruz, yazlıkları giysek üşüyoruz. Öyle bir hava. Kış birden gelmiyor buralara. Hem zaten daha son bahardayız.

Galiba biz diye bişey kalmadı. Kalamadı. Kaldırmak istemedik. Yani tam olarak bilmiyorum. Hatta nasıl oldugunu da bilmiyorum. Herif ben nereye gitsem mıknatıs gibi peşimden gelirdi saat dakika farkı gözetmeksizin. Şimdi ben geleyim kemerde kahvaltı yapalım desem de amaaan kim gidecek şimdi üşengeçliğim tutuyor diye benim şalterleri havalara atıp duruyo herif.

Bende ayrılık senaryoları yazmaya karar verdim. O benden değil brn ondan ayrılırım ancak dedim ve başladım üretime.

Dün, beleğe gittik. Ünlü birisinin babasının yanına. Aslında onun yanına gitme gibi bi düşüncemiz yoktu. Dur baştan anlatayım en iyisi. Dün sabah izinli olduğumu öğrenince sevgiliyi aradım. Muratpaşaya gidip malzemeleri alalım. Sonra da beleğe eve geçer sabaha kadar sevişiriz diye. Ben kalktım gittim muratpaşaya dün. Malzemeleri de güvenilir birisinden aldım. Sonra bu geldi aldı beni. Arabada başladık sohbet etmeye ve aldıklarımdan içmeye. ( Malzeme diyorum fakat malzeme anlamayın normal bir insanın yanından geçmeyeceği kötü bişey ve ben dün hiç normal değildim).
Sigara sardım, beleğe giderken içiyoruz. Eve gitmek için diğer yoldan girmemiz gerektiğini söyledim ama o çamurun ( çamur söylediğim ünsüz sanatçı bir iki ay felan medyada kalmıştı ) babasının yanına gidiyoruz diyince hayır diyemedim. Ondan da malzeme alcağız diye.

Gidiş o gidiş. Hayır sabo ( çamurun babası )nun yttığı kaldığı yer bir insanın kalabileceği bir yer değil. Adam herşey hakkında konuşuyor. Atıp tutuyor. Benimse sinirlerim gergin alabileceğim kadar alacağım beynime. Yumuşatsın beni pamuk gibi yapsın diye.

Herifin konuşmaları hala aynı şekilde devam ederken sevgili malzeme bitti bi sigara alıp geleyim diye çıktı gitti. Beni bu adamla yalnız bıraktı. Üstelik kendi porno hikayelerini anlatan bir sapık. Bi an sinirlerim boşaldı. Sevgilinin olmadığını farketmem onun gidişinden bir saat sonra farkediyorum. Çıldırdım. Ağlamaya başladım. Sinirlerim gerildi o anda. Bıraktım gittim kendimi. Boşluğa. Derin anlamsız karanlık bi boşluğa. Sevgilinin olmadığı hatta kimsenin olmadığı karanlık düpedüz bir boşluğa bıraktım kendimi.

Sevgili geldiğinde kendimi gözyaşlarımı silerken buldum. Uzun zamandır ağlamamışım o da bu sapık herifin yanında oldu ya neyse. Sabonun dediğine göre dışarı çıkmışım taksi tutup muratpaşaya gidecekmişim. Ama taksi bulamayınca çaresizlikten ne yapacağımı şaşırmışım geri gelmişim.

Sabah 5te çıktık evden. Alanyaya geliyoruz. Serikte buna beni burda bırak dedim. Bırakmam bee götürürüm dedi. Bırak beni burda dedim. Bırakmam dedi. Bırakmayınca direksiyonu kenime çektim ve yol ağzındaki boş çöp konteynırına bodoslama girdik. Arabadan indim. Yavaş yavaş arkama bile bakmadan gittim. Arkamdan bağırdı. Bağırtılarını duymamak için mp3 çalarımın sesini son ses açtım. Arabayla arkamdan gelmeye başladı. Aynı filmlerdeki gibi. Ben özür dilemesini beklerken adam bildiğin döve döve beni arabaya soktu. Dün kalbim acıdı. Hem de çok. Haketmediklerimi aldım yine. Arabadan inmemem için ellerimi ve ayaklarımı bağlayıp emniyet kemerimi takınca konuşmaya başladı. Dinlemiyordum onu. Gözlerim donmuştu. Belki bir iki göz yaşı bile vardı silemediğim. Yol boyunca konuştu durdu. Tek cümlesine bile dikkat etmedim.

Ordan yok olmayı. Bi anda buharlaşmayı istedim. Önümüzden giden kamyona arkadan girelim ölürsek polis ellerim bağlı görsün adam kaçırıyorlar sanıp bunu hapse tıkasınlar istedim. En azından nerde olduğu belli olur dedim.

Bi ara dikkat ettim. Bana neden ağladığımı sordu. Seni orda bırakıp gideceğimi mi sandın dedi. Aptallaşma dedim. Beni bıraksan da bi yolunu bulurdum ben. Benim tek derdim sensin sabaha karşı gidip en tehlikeli mahallede kapı arşınlamak ne demek çok iyi biliyorum. Benim iki arkadaşım oralara gecenin köründe gittiklerinde ciğerleri yerinden sökülmüştü. Aynısı sana da olacak diye korktum. Polis yakalarsa diye korktum. Bensi öleceğinden korktum. Seni seviyorum aptal dedim de. O donuk gözlerinde aynı heyecanı göremeyince papucumun dışarı atıldığını gördüm.

Sevememiş beni. Bi başkası var.

31 Ekim 2014 Cuma

Depresyon

Manganın cevapsız sorular şarkısı kulağımda çınlıyor sürekli.

Sustu bu gece
Karardı yıne ay
Kaldı gerıye
Cevapsız sorular
Uyandıgında
Onu ilk kim görecek
Bıraktığım düşü
Kim büyütecek.

Sürekli açıyorum ve sürekli dinliyorum. Ardından dursun zamanla olayın dibine vuruyorum.

Biraz depresyondayım da.

Affet...

28 Ekim 2014 Salı

Hoşgeldin sevgili

Bunalima giriyorum galiba. Hayattan zevk alabilmek için çeşitli maddeler almaya basladim. Değişik şeyler iste bilirsin...

Sabah sevgili geldi. Sürpriz yapti daha doğrusu. Karsimda durduğunda "nerelerdesin lan sen " dedikten sonra boynuna bi sarilisim vardi gormen lazimdi. Çok ozlemisim.

Beni aldi lojmandan ve arabaya binip kahvalti yapacagiz diye manavgata gittik. Ama kendimizi birden Aksuda çingene mahallesinde bulduk. Sevgili buralari nerden biliyormus diye sorma bana. O bilmez zaten. Bilecek tek bi kişi var o da benim.

Azcik sarhoş olaim diye gittik bi adamin evine. Agir abi takiliyoruz. Etrafta sinekler. Kanepesi içtiği sigaralardan Yanmis. Gazete kagitlari... Esrar almak için çeşitli malzemeler. Kalemler. Folyolar vs bilumum ivir zivir.

"Sarsana bana da bi tane" dedim. Evine gittiğimiz arkadaşa. Bon Bon bakmaya basladi. " nasil yani" dedi. "Sar işte. Canim çekti." diyerek usteledim. Ben boyle diyince yapmasi gereken tek şeyin bana sarma yapmasiydi. Dört tane sarip verdi. Ciktigimizda sevgiliyle belekteki evimize gittik. Evim evim güzel evim. Canim evim benim. Bi kaç ay öncesine kadar arayip tarayip villadan bozma sevgili evim. İki gün önceki firtinaya dayanamis.

Yaktim bi tane. İçimize içimize çekmeye basladik. Votkayla içmeye devam ettik. Sarhoslugumuz beynine hakim olmaya basladiginda actim agzimi yumdum gozumu.

" nerdesin sen ha iki aydir yoksun ortada. Ne arayip soruyorsun ne de başka bisey yaptigin var. Burada seni bekleyen biri var. Hoş bugün hatirlamissin saol. ama gözden uzak olan gönülden de irak olur diye boşuna dememisler.

Çok özledim seni. Bana sarilisini, dokunusunu, gözlerimin içine bakisini da özledim. Beraber şarap içerken birbirimize anlattigimiz gelecek hayallerimizi de özledim. Bi yere giderken ne olur ya beni de götür ya da sureyi kisa tut. İçim yaniyor içim. Seni çok ozledim."

Sevgiliye hesap sormak isterken ilani ask yapan bi salak görürseniz o kişi ben oluyorum.

Kalktim yerimden. Camli şöminenin önüne geçtim. Kapagini actim. Disariya cikip uç tane kalin odun getirdim. Kibriti caktim. Odunlarin İslak olduğunu daha sonra farkediyorum. "Hassiktir" diyip iç geciriyorum. Hemen üstte duran Şömine yakmak için ispirtoyu elime alip boca ediyorum odunlarin üstüne. Bir kibrit cakmamda yaniyor hepsi. ama isi vermiyor daha. Odunlar yanmamis henüz üzerine doktugum ispirto yaniyor. Dalgali bir şekilde. Asagi yukari, asagi yukari...

Sevgili kalkti eline telefonu aldi. Ac olup olmadigimi sorduktan sonra bi yeri arayip yemek söyledi. Yarim saat sonra yemekler geldiğinde masayi hazirladim. İlk defa evimizde yemek yiyeceğiz diye ozendim birazda. Ortaya iki tane şamdan, tabaklar eski ev sahibinden kalma kristaden bozmalar, çatal ve bicakta yine eski ev sahibinden kalma gümüş takim. Gelen yemekleri de bi güzel actim. Oturdum yemeye basladik. İlk gördüğümde köfte sandigim ama sonradan buruksel lahanasi olduğunu farkettigim lahanayi yedim. Sonra köfteler geldi. Sonra tavuk. Sonra salata. Tekrar buruksel lahanasi..

Yemeği bitirdigimizde sominenin basina geçip eski günlerden bahsettik.

Hoşgeldin sevgili. Hoşgeldin sevgilim. İyiki hayatimdasin.

27 Ekim 2014 Pazartesi

O'nun Oğlu ( Bölüm - 2 )


Kendimi odamda uyurken buldum. Ağzımdan salyalarımı akıta akıta yataktan gerilerek kalktım. Pencereyi açtığımda güneşin yakıcılığı yüzüme yansıyordu. Gözlerimi kısarak baktığımda değişik bişeyler olacaktı bundan emindim. Kapıya doğru yöneldim. İki katlı evimizin üst katındaydı odam. Önü beyaz arkası saf siyaha boyanmış kapımı açtığımda aşağıdan seslerin geldiğini duydum. Tırabzanların başına geçtiğimde aşağıdaki üç insanı görebiliyordum. Annem ve babamın o tuhaf yüz ifadeleri, babamın sürekli anneme “geçecek bugünlerde geçecek” demesi kadar gülünç bir şey görmemiştim. Masadaki üçüncü adam siyah bir cübbe giyinmiş elinde not defteri babamın anlattıklarını not ediyordu. İki gün önce koluma yaptırdığım ters haç dövmesinden anlamış olmuşlar. “Lanet olsun bu şimdi gerekli miydi?” diye geçirdim içimden. Bir yandan cübbeli adamın aklından geçenleri tahmin etmeye ve üzerinde olabilecekler hakkında düşünmeye başladım. Böyle bakmaya devam ederken cübbeli adam ona baktığımı anlamış olmalı ki kafasını benim olduğum yöne çevirdi. Beni gördü. Nasıl ona gözlerimi, nefret eden gözlerimi , diktiğimi ve bundan müthiş bir haz duyduğumu da tahmin etmesi için kıkır kıkır gülmeye başladım. Gülmem devam ederken bir el omzuma değdi. Bu ablam Katt’den başkası değildi.

İnce, ojeli parmaklarında daha geçen ay koyu Katolik olan Peterle evlenme zahmetine girmişti. Parmağındaki tek taş yüzük Katt’in Peter’a ne kadar bağlı olduğunu göstermesi için yeterliydi. İkisi de birbirini zamanında çok sevmiş.

-Niye geldiğini biliyorsun değil mi Peder Samuelin?

Kendimden emin bir tavırla önce adının Samuel olduğuna şaşırmadığım bu adamın gözlerinin içine bakarak başımı evet anlamında salladım.

-Hiç merak etmiyorum ama biliyorum neden geldiğini. İçime şeytan ya da terbiyesiz bir cinin girdiğini düşünüyor. Bunun için eğitim almış ve psikanaliz konusunda gayet deneyimli. Sadece biraz daha hakkımda bilgi aldıktan sonra benim odama gelecek ve kutsal suyunu dökecek. Ona karşılık yüzüne işemeyi düşünüyorum. Önerin var mı?

Dediğimde Kattin gözleri açılmıştı birden. Bu kadarını beklemiyordu sanırım.
-Nasıl istersen öyle yap. –dedi umarsız bir ses tonuyla.

Peder Samuelle gözgöze geldim tekrar. Ama bu sefer üzerimdeki çirkin bakışı kaldırmış, alaylı bir tavırla bakmaya devam ettim.

-Hey Katt, hadi bi oyun oynayalım. Peder Samueli bu evden göndermem için kaç dakika veriyorsun?

-Sana yardım etmeye çalışan bir anne, bir baba ve bir pedere karşı çok zalimsin.

-Sorduğum soruya cevap değil bu.

- Ne yapmak istediğini biliyorum.Abb. En azından tahmin edebiliyorum. Senin zekanla ben başedemem.

“senin zekanla ben başedemem” dediğinde gerçekten haklıydı. Yedi yaşımda uzaya çıkacak uzay gemisi tasarımı yapmıştım. On yaşında kendi müritlerimi topladım. Aynı zamanda profesörlerin “artık iyileşemez” dediği bir akciğer kanseri adamı ameliyat ederek harward ve oxfoddaki profesörleri şaşkınlığa uğratmıştım.

Kendimi sinsice sırıtarak buldum. Ablam bile anlamıştı daha iki gün önce koluma yaptırdığım ter haç dövmesine bakarak yutkundu.

-Daha bilmiyorlar değil mi? – diye korkarak sordu.

- Neyi bilmiyorlar mı? – diye cevap verdim. Neyi ima ettiğini gayet iyi biliyordum. Ama ondan duymak hoşuma giderdi.

- Hadi ama bu dövmeyi boşuna yaptırmış olamazsın. Ters haçın satanizm simgesi olduğunu bilmeyen kalmadı.

Sonunda beni olduğum gibi kabul eden birisi çıkmıştı. Artık Katt bana başka bişey söylemeden arkasını dönüp gitti. Katt sadece Satanist olduğumu öğrenmişti. Ya da öyle olduğumu sanıyordu. Herşeyi bu dövmeden nasıl anlayabildi bunu bilmek için günlerce uğraşması gerekirdi. Katt normal zekanın altında bir kız üniversite masraflarını benim kazandığım ödüllerin paralarıyla karşılamaya karar verdiğimde kendisini harwardda bulmuştu. Bana karşı da tavrı her zaman bu yüzden minnettar olmuştur.

Birden masaya göz attığımda Peder Samueli merdivenlerden yukarı çıkarken gördüm. Hızlı adımlarla odama gidip pencerenin kenarına geçtim. Arkam dönük bir şekilde kapının açılmasını bekledim. Kapı vurulmadan sessizce açıldı.

-Hoş geldin Samuel. Sizin oralarda kapıya vurma adeti yok mu – diye çıkıştım. Ciddiyetimi koruyarak siyah cübbeli karşımda duran bu zavallı insana baktım.

- Benden ne istiyorsun? –dedim. Bu zavallı tanrının kölesi olmuş “iyi” niyetli insanın beni “sözde” iyileştirme çabalarının boşa çıkacağını bilmesi onun gitmesi için yeterliydi.

- Sadece biraz sohbet etmek istiyorum.  –dedi kararlı bir ses tonuyla.

- Neden geldiğini biliyorum - dedim.

- Neden geldiğimi biliyorsan neler yapabileceğimi de biliyorsun o zaman – dedi. Sakin bir ses tonuyla.

Kibirli bir şekilde arkamı dönüp pencereyi kapattım. Perdeyi çektim. O da dışarıdan perdeye yansıyan beyaz ışığın loşluğuyla aydınlandı.

-Sadece basit birkaç dua okuyarak ve kutsal suyunu kullanarak beni alt edemezsin. Daha beni tanımıyorsun Sam.

- Bana gücünün sınırını göster – dedi. Keskin ve kibirli bir ses tonuyla Cübbesinin içinden incilini çıkardı.

- Tamam sen istediğini yap. Sana sadece şunu söylüyorum ki burdan çıktığında durumun şu anki ile aynı olmayacak.

                Beni dinlemeden incilin yaratılış bölümünü okumaya başladı. Elini cebine attı ve tahmin ettiğim gibi küçük bir şişe de sallanan içinde kutsal su dediği suyunu çıkararak okumayı bitirdikten sonra üç defa üzerime serpecek ve sonra diğer bölüme geçecek. Sonra tekrar ve tekrar aynısını yapacak.

-Eğer şimdi bu saçmalığa son vermezsen üzerine işeyeceğim. – diye tepki verdim en sonunda. Samuel beni dinlemiyor duasını okumaya devam ediyordu.

                Bir süre ona bakmaya devam ettim. Tepkisini hiç bozmuyor arada bir eliyle tanrısının haç işaretini yapıyor, amin diyor ve suyu üzerime döküyordu. Bir süre sonra girdiği hipnotik durumdan çıktı. Elindeki kitabın kapağını yavaşça kapatmıştı. Gözlerime bakmaya başladı. Bende onun gözlerine bakarak devam ettim. Gözlerimin ona baktığımda siyahlaştığını fark edebiliyordum. “Kutsal” haçını çıkarıp yüzüme doğru tuttu ve mırıldanmaya başladı.

-Tanrı bizi korusun. Amin. – dedikten sonra ona dönerek.

- Senin tanrın seni korusun Sam. O benim tanrım değil.

                Diyerek bana bakmaya, soğuk terler dökmeye başladı. Korktuğunu siyahlaşmış gözlerimden anlayabiliyordum. Artık zamanı gelmişti En derin yarasını bozmaya.

-Annen Sam. Anneni hatırlıyor musun? Sağ tarafında arabanın içinde otururken, daha küçücük bir çocuk halini , annenin son halini hatırlıyor musun? Neden Hristiyan kilisesinde çalışmak istediğini, neden buraya geldiğini, annenin neden öldüğünü biliyorum Sam.

                Samuelin alnındaki terler yavaş yavaş yere düşmeye başlamıştı. Onun hakkında bu kadar çok şey bilmeme imkan veremiyordu. Aramızdaki yaş farkına bakarsak neredeyse 25 yaş vardı.

-Sen , sen bunları nereden biliyorsun? –dedi  tedirgin ve korkan gözlerle.

- Ben herşeyi bilirim Sam. –dedim Alaycı şekilde bakarak.

- Söyle bana Sam, annenin ölümüne neyin sebep olduğunu senden duymak bana zevk verecektir.

                Samin gözleri yerinden fırlayacakmış gibi açılmıştı. Korktuğunu ve ona zarar vereceğini düşünmüştü. Kıpırdayamıyordu. Kurduğum tuzağa düşmeyi başardı en sonunda. Soğukkanlı ve kibirli bir şekilde devam ettim sözlerime.

-Sen Samuel, daha dört yaşında annenin trafik kazası geçirmesine neden olmadın mı?

                Samin gözleri aynı donuklukla bana bakmaya devam ederken bu tepkiyi beklemiyordu benden. Gözlerimi onun üzerinden çektiğimde Samuel rahatladı. Korku dolu gözlerle bana bakarak tekrar dua ederek devam etti.

-Şimdi Samuel. Bu odadan çıktığında burda olanlardan kimseye bahsetmeyeceksin. Benim korkak insan kölelerle işim yok. Samuel şimdi getirdiğin kitabını ve diğer malzemelerini topla ve burdan git.

                Samuel benim yüzüme bakmaya devam ederek kapıya doğru yöneldi.Kapıyı açtı ve koşar adımlarla kapıdan çıktı. Merdivenlerden koşarak gittiğinin sesini duyabiliyordum.

-Aptal insanlar. –diye içimden geçirdim. Penceremin perdesini araladım. Ve güneş ışığının odama girmesine izin verdim

25 Ekim 2014 Cumartesi

O'nun Oğlu ( Bölüm - 1 )



Birazdan okuyacakların konusunda seni şimdiden uyarıyorum. Benim hikâyem biraz tuhaf kaçabilir Hele ki dindar olan Koyu Katoliklere. Bu hikâyeyi anlatmam tamamen saçmalık aslında ama nedense buna kendimi mecbur hissediyorum. Babam Luciferden bana verilen en büyük kibrimle ona karşı gelerek kendi anarşimi anlatıyorum su an sana. O yüzden önce kemerlerini bağlamanı istiyorum.

Hazırsan hikâyeme başlıyorum. Çünkü hikâyemin sonunda seninle isim bittiğinde ölmüş olacağım.

( Abb burada okuyucunun hazır olduğunu hisseder )

Adim Abb. Gerçek babam benimle tanıştığında hazır olmam gereken zamanın 6 yaşım olduğunu söylediğinde Daha önce anne ve baba dediğim ölümcül insanların yanında piknik yaparken buldum kendimi göl kenarında. Hava sıcaktı. Öğleden sonra yapılacak en iyi şeyi yapıyorlardı ama Öğlen sıcağının zirveye çıktığı anda karşıma geldi.

- Nasılsın oğlum?

Dedi Beynimde yankılanan ses. Daha önce Duymadığım bir ses. Babam olduğunu sandığım insanın bana seslenmediğini anladığımda ya deliriyordum ya da bu sesi gerçekten duymuştum. Ve 6 yaşında düşünebilen biriyim.

Şaşkın gözerle etrafıma bakmaya devam ettim. Ses yine geldi.

- Benim tanımadın mı? Baban. Tamam, bunun olacağını biliyordum zaten.

O konuşmaya devam ederken ben hala şaşkınlığımı giderememiş ve etrafa bakakaldım. İnsan annem ve babam bana bakmaya başlamışlardı. Bir şeyler söylüyorlardı ama onları duymamak için kendimi zorluyordum. Su anda ilgilenmem gereken bir başka babam vardı. Mavi gözlerimin siyaha dönüştüğünü anladığımda insan olan annemin ve babamın seslerini artık neredeyse duymuyordum. Simdi karanlıktaydım. Sonra aydınlık geldi arkasından. En son aydınlıktayken su anki halimle 28 yaşımdaki halimle ( su anki halim ) duruyordum.

- Hoş geldin sevgili oğlum.

Dedi tekrar. Sesi boğuk ve bir o kadar da sıcak olan bu sese karşılık verdim.

- Kimsin ve benden ne istiyorsun?

Biraz korkarak ve etrafa dikkatlice bakmaya çalışarak gözlerimi kistim. Ama bir şey görünmüyordu. Ses sadece boşlukta yankılanıyordu.

- Hatırlıyor musun Abb sana bir yılan seklinde gelmiştim. Sen daha üç yaşındaydın. Yatağının yanında seninle oyunlar oynardık.

Evet hatırlıyorum. Gümüş bir yılandı bu. Gözleri benim insan gözlerimin aynısına sahipti. Ve konuşabiliyordu benimle. Yıllar önce hatırlıyorum. Fakat sonradan ortadan kaybolmuştu.

- Nasıl yani? Diyebildim Sesimin tonunu ayarlayarak ve gözlerimi açarak.

- Sana kendimden verdiğim güçle inanılmaz şeyler yaptın. Artık yeter bu kadar. Yanıma gelme vaktin geldi.

- Ne demek istiyorsun? Bu ne demek oluyor seni lanet ruh?

- Ben bir ruh değilim.

 Dediğinde alnımda soğuk bir rüzgâr hissettim.

- Ben bir ruh değilim evlat. Ben senin babanım. Seni yaratan da benim. Eğer Lilithi insan babanın yanına göndermemiş olsaydım su anda sen de olmayacaktın.

Lilith mi? o da kim demeye kalmadan. Karşımda bir kadın belirdi. Yüzünü net seçemediğim bu kadına kanım kaynadı. Siyah bir kadın silueti vardı karşımda. Afrodit’ten daha güzel olduğunu söyleyebilirim. Giydiği siyah elbise onun karanlık isler çevirdiğini ve benim annem olabilecek kadar güzel bir kadın olması gerektiğiydi tek düşündüğüm. Evet, evet benim annem bu kadar güzel olmalıydı. Sürekli dua okuyarak günün yarısını bununla geçiren bir baba ve anneye katlanmak çok can sıkıcıydı. O yüzden bu siyah siluetli kadın benim annem olmalıydı.

- Çok büyümüşsün - dedi bana merhametli bir ses tonuyla.

Ne diyeceğimi bilemedim. Deliriyorum galiba. Bir ruhla konuşuyorum. Ve karşımda annem olmasını o kadar çok istediğim bir kadın var. Ve o da konuşuyor benimle. Bunlar 6 yaşındaki bir çocuğun aklından gecenler olamazdı. Gerçek olan bir tek şey var o da benim. Diğerleri sahte diye düşünmek istedim Kurnazlığa gidip kibirli bir davranışla.

- Madem sen benim babamsın ve Bu güzel kadın da benim annem. Neden sizi göremiyorum. Kendinizi gösterin bana.

Diyerek onu alt ettiğimi düşündüğümü sandım. Yaptığım çok ahmakçaydı.

- Abb. Seninle benim aramdaki tek sır bu olacak. Benim elim sürekli senin üzerinde olacak. Gözlerim sürekli seni izleyecek. Ve bana meydan okuyanların hakkından sen geleceksin sevgili oğlum. Dünyadaki müritlerime ulaşmayı denemelisin.

Nasıl yani. Bi de müritlerimi varmış. Diye düşünmeden kendimi alıkoyamadım. Düşüncemi okumuş olmalı ki.

- Sen istemesen de müritlerim seni bulacak. Ve seni el üstünde tutacaklar. Bana senin üzerinden ulaşmanın yolunu arayacaklar. Tanrının onları bıraktığını biliyorlar artık. Onlara dünyada sahip çıkmalısın. Yanıma gelmelerini sağlamalısın.

Bu sapık düşünceli ideolojiden kurtulmamın tek bir yolu vardı. Onunla anlaşma yapmak zorundaydım. Eğer anlaşma yaparsam ileride belki beni gönderirdi.

- Eğer tüm bunları kabul edersem bu işten çıkarım ne olacak? - diye sordum Bütün heyecanımı ve korkumu bastırıp donuk ve ciddi bir ses tonuyla. - Beni özgür bırakacağına yemin etmelisin.

- Kendi üzerime yemin edemem Abb.

Anlaşma yapma isteğim suya düşmüştü.

- Ama sana istediğin kadar para verebilirim. Güç verebilirim. Bu gücümü istediğin gibi kullanabilirsin. Seni ecelinden önce almaya gelen Azrail’e karşı koyabilirsin. Ayni zamanda da Azrail seni tek başına alamaz zaten buna gücü yetmeyecektir. Seni alabilmesi için Dördünün sana karşı koyması gerekiyor.

- O zaman. Bana istediğim gücü ver Güç ve para. Ve istediğim zaman Azrail’e karşı gelebilme isteği. İnsan daha ne isteyebilir ki. Hoş ben daha insan olmadığımı 6 yaşında piknik alanında insan anne ve babamın hatta anne ve babam olduğunu sandığım insanların yanında anlıyorum.

- Simdi seni gönderiyorum. Bana ulaşmanın yollarını bulmanı istiyorum. Seni zorda olduğunda ve ihtiyacın olduğunda yanıma alacağım. Gözlerini açtığında hazır ol. Dünyanın en zeki insani olacaksın.

Ha birden gelmiyor yani öyle şan şöhret para pul. İlla çalışmak gerekiyor yani. Diye içimden geçirdim.

- Düşüncelerini okuyabiliyorum. İstersen sen de bunu yapabilirsin.

Ben şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim.

- Hazırsan gönderiyorum seni.

Aceleyle aklıma geldi. Adını bile bilmiyordum daha. Üstelik babamdı.

- Dur! Adin nedir.

- Lucifer.

Gözlerim. Eski rengine geri dönmüştü. İnsan annem ve babam da beni sevmeye devam ediyorlardı. Başka isleri yokmuş gibi.

- Sunu keser misiniz artık sıkıldım. - dedim keskin ve ciddi bir ses tonuyla. Ayaklanarak gittim oradan. Mavi pantolonum ve Gömlek vardı üzerimde. Gol kenarına geldiğimde pantolonumun fermuarını açtım. Penisimi çıkarıp işemeye başladım. Arkamdan öylece bakakaldılar. 

Not : Olayda adı geçen kişi ve kuruluşlar tamamen hayal ürünüdür diye ibaremi de koyayım.

23 Ekim 2014 Perşembe

20 Ekim 2014 Pazartesi

Favorili kitap mimi



Ahu bi mim atmis. Çok sevdim ben bunu. Bi de kitapla ilgili olunca daha bi sevdim. Bu arada ahu eski adresine geri dondu. Bilmeyenler buradan ogrensin , bilenlerde bilmeyenlere anlatsin.

Mime geciyorum hemen.

1 - ilk hayranligim : Bunu çok derine inerek düşündüm. Hatta baya baya bi geriye gittim. Ve karar verdim. Edmondo de amicis - İstanbul kitabi. Okumayanlara da tavsiyem. Eski Osmanli İstanbul unu anlatan şahane bir kitap.

2 - Favori serim : Bir seri okumadim pek. Ama bi kac senedir dizüstü edebiyat serisini takip ediyorum. Begeniyorum da.. İstiklal Akarsu ve Onur Gökşen favorilerimden.

3 - Favori Kitabim : Valla çok var yahu. Stella Travezin kitaplari , Ve Gülse Birselin Yazlik kitabi.

4 - Favori erkek karakterim : Recaizade Mahmut Ekremin Araba Sevdasi kitabında Fabrika sahibi Kondaraki. İsmi çok hoşuma gidiyor benim. Tabi bi de Stella Travezin Söz yaslari kitabındaki Esi Haluk.

5 - Favori Kadin karakterim : Sergüzeşt Kitabındaki cariye :))

6 - Favori Okuma saatim : Ne zaman canim isterse. Öyle bi saatin yok çünkü. Ama genelde Gece calistigim için okunmaya çok vaktim oluyor.

Mimlediklerim.

Dondurma delisi özlem.
Maviye iz suren
Handan

13 Ekim 2014 Pazartesi

İlluminati cercevesi

Bu konuyu daha once sorsalar aman yaa masonlarin icat ettigi bi olusum derdim daha once tabi. Ama simdi ise o kadar urkutucu geliyor ki. Resmen beynimize isletiyorlar yavas yavas. Sindire sindire sindire. Amy winehouse ve Michael Jacksonin supheli olumlerinden bile onlari tutuyorlarmis. Ki bence gerceklik payi var.



Michael Jackson bir keresinde su aciklamayi yapmisti. " Beni unlu yaptiniz ve bu kadar sevdiniz. Uzerime iftiralar atildi, cocuk tacizcisi denildi , Kopegiyle sevisiyor denildi , Rengini siyahlardan nefret ettigi icin beyazlastirdi denildi. Bu bir komplo. Uyanin lutfen. Yeni dunya duzenine karsi cikin. Ahlaki degerlerinizi yok etmeye calisiyorlar " dediginde o videoyu izlerken pek ciddiye almamistim. Fakat Rihannanin surekli sagda solda iki eliyle ucgen isareti yapmasi biraz midemi bulandirdi ve konuyu arastirmaya basladim.

Basta Rihanna olmak uzere Lady Gaga, Miley Cyrus , Katy Perry , Madonna , Shakira , Beyonce , Justin , Demi Lovato gibi tanidik isimler İlluminati orgutune uye olduklarini saptadim. Nerden mi?

Hepsinin Kliplerindeki isaretlere ve mesajlara bakmani oneriyorum. İlluminatinin simgesi haline gelmis Ra'nin herseyi goren gozu, 666 simgesi, ve mason araclari kullanilabilen hersey.

Dun Youtube da Demi Lovatonun Ellen showa katildigi bir videosunu izledim. Yanlis hatirlamiyorsam " Aldi beni buraya zirveye birakti. İnsanlara olan mesajini benim uzerimden vermeye devam ediyor. Bunu yapmak istemesem de beni mecbur ediyor." dedigini hatirliyorum. Demi Lovato, Myley Cyrus , Selena Gomez ve Basimin taci Britney Spears yani Disney Unlulerinin de İlluminatide oldugunu soyluyorlar. Abuk subuk 14 yasaltindaki cocuklar facebookta analiz yapiyorlar. Gerci bana sacma geliyor. Mor isik, damali alan , mum , saat vs vs...

Simdi soyleyecegim daha korkunc. Amy Winehouse'un neden oldugunu hala bilmiyoruz. Ya da medyada gosterilen kadariyla biliyoruz. Asiri derecede uyusturucu kullanimi. Tamam simdi bunu aklimizda tutalim ve sadece 48 saat oncesine donup Amy Winehouse'un basin aciklamasina donelim. " Bana itaat etmem gerektigi soyleniyor ama ne yazikki itaat etmeyecegim". Ve olayin oldugu gun. Amynin evinden ciglik sesleri ve olu bir kadin. Amy gibi mukemmel bir sesi kaybettik.

Disneyden devam edecek olursam. İlluminati orgutunun en cok kullandigi subliminal mesajlar filmlerde ve kliplerde donmekte. Subliminal mesajin tam olarak acilimi " Beynimizde aninda kullanamadigimiz fakat hafizamizi harekete geciren hucre toplulugunu harekete geciren mesajlar " diyebiliriz. Bi nevi o klipte gozle aninda goremeyecegimizi bizim hafizamiza bunu ekliyorlar. Disneyde ilk olarak bunu kullanmis. Tabi bu kurulus yillarinda degilde illuminati / Mason kurulusu olduktan sonra da olabilir. İlk olarak ilk cizgi filmlerine " Drink Coca cola , Eat popcorn " mesajini ekleyerek sinemadan cikanlarin gidip cola ve patlamis misir almalari , Disneyin subliminal mesajinin etkisini acikca farkettiriyor. Ve daha sonra Disney kendi cizgi filmlerine subliminal mesajlar eklemeye devam ediyor. Kucuk yastaki cocuklara gosterilen Mickey Mouse cizgi filminde genellikle cinsel objelere yer verilmis ve cocuklarin ileride yasayacalari yonlendirmesel psikopatlik derecesini en ust duzeye cikarmayi amaclamis.

Disney bu kadar korkunc bir seyi nasil yapabilir diye sorarsan. Sunu soyleyebilirim. " Agac yasken egilir " atasozumuz bu olayi gayet iyi aciklar. Peki Disney bu kadar Seytani bir seyi yapiyor da digerleri masum mu? Tabi ki degil. Bugs Bunnynin yapimcisi Warner Bros yani warner kardesler de subliminal mesaj kullaniyorlar. Bugs Bunny de ki cinsel objelerin ve cagrisimlarin oldugunu net goremesekte dedigim gibi hafizamiza biz istemesekte ekleniyor.

Seytan icadi dedikleri TV de haber izlerken bile hafizamiza o anda aciktigimizi , susadigimizi , hatta meyve canimiz cektiginde kosa koksa gidip markete aslinda almak istemedigimiz kolayi aliriz. Bu da Pepsi ve Coca Colanin isine gelir ki tuketim ne kadar coksa uretim de o kadar cok olur.

Bir baska konu ise illuminatinin iskenceleri. Nedir bu iskenceler dersen Aklima gelenler Halatla baglama , sicak ve soguk suda bekletme , Kan - cisini icirtme , Tecavuz , Uyusturucu , Tabutta bekletme , Uyukusuz birakma gibi cesitli yontemleri mevcut. Ha bunlari neden uyguluyorlar giren kisi bilmiyor mu dersen de Benimde yanima milyonlari sersinler, herkes beni sevsin , Dunya baris elcisi sevileyim , uc bes grammyim olsun ben kosa kosa giderim. Ki ayni seyi sen de dusunursun.

İskencelere ugrayan unluler arasinda benim en cok dikkatimi Ceken heralde yine Britney Spears oldu ki zaten Benim jenarasyonum oldugu icin gecirdigi bunalim ve uyusturucu donemlerini biliyorum. Britney cocuk dogurduktan sonra bunalim donemleri basladi. Artik illuminatide olmak istemedigini aoylemis olmali ki medya tarafindan sindirilmeye baslandi. Yavas yavas insanlar Britney Spearsi unutacak ve hafizalarinda Catlak bir Britney kalacakti. En sonunda delirdi. Akil hastahanesine dustu. Ciktiginda Bir degisim olur diye dusundum ama olmadi. Britney yine ayni sekilde yola devam etti. Ustelik coculari ile.

Bir baska magdurumuz Katty Pery. Wide awake klibinde gayet guzel bir sekilde anlatmis. Bulundugu sasali dunyada iyi tarafini goremedigini ve cikmak icin elinden geleni yaptigini ama beceremedigini anlatiyor kipte. Bence gayet mantikli.

Demi Lovato ise bir bunalim surecinde oldugunu bize " Let it go " klibiyle gonderme yaparak anlatiyor.

Her ne kadar acilarini anlatsalar da kliplerinde farkli bir bakis acisiyla insan beynini yikamayla da gundeme duauyorlar. Subliminal mesajlar ve herseyi goren ranin gozu. Tamamlanmamis bir piramit ve ustundeki ucgenin gozu.

9 Ekim 2014 Perşembe

Atar

Beynimin icine saman doldurmuslar ve bana zorla dondurma yedirmeye calisiyor sanki. Bu durum daha ne kadar surecek. Elim kolum bagliyken ne yapabilirim? Hangi insandan yardim isteyebilirim ki. Hepsi deli sacmasi diyip geciyor. Durum oyle degil ama.

Hayatimdan insanlar birer birer cikiyorlar. Tek tek kendilerini kendimde sindiriyorum. Rencide ediyorlar beni a kuzum. Elemanla kustuk. Yani en azindan ben kustum. Tamam kusmek cocukluktur. Buyuklere gore bisey varsa da bi zahmet birisi soylesin. Nedenini bosver. Ortada biseyler var. Sadece kullandi beni o kadar. Ben de bunu anlayinca hadi yoluna bak diye yol verdim ona. Simdi ise ortak arkadaslarimiz sordugunda bana onu ne bileyim bekcisi miyim ben onun diyorum.

Blogumu da ozledim. Tabi en cok sevgiliyi ozledim. Zaten ikinizi de ayni kefeye koyamam ki. Adi ustunde sevgili yani. O da hala Japonya da jetski satma derdinde. Bir ay bilemedin iki aydir orda hala daha satacak. Simdi paranoya yapicam ama hic modumda degilim. Beklesin bi zahmet. Su anda bi hesaplasma donemindeyim.

Kiloyla da Elemanla yollarimi ayirdigim neden yuzunden yollarimi ayirma kararinin esigindeyim. Hatta oyle ki gecen gun az daha kanli bicakli oluyorduk. Eve soz verdigim saatte gidemedim. Saat 12:00 de olmam gerekirken 19:00 da evde oldum. Ha bi sebebim var elbette. Gec kalicam demistim ben ona. Sonra neyse iste ben bunu aradim. Saat yedi gibi tamam dedi kapatti. Sonra sms cekti. Artik yeter buraya kadar diye. Ne oldugunu bile anlamadim. Ne nereye kadar? Biz gizliden ask mi yasiyorduk da buraya kadar dedi. Ben de ona mesaj cektim. Dedigin olsun diye. O anda otobusteyim. Yagmur yagmaya basladi bi de. Sevgilisinden ayrilmis ergen kizlar gibi basimi yasladim muzigimi de actim. Gozumu kapatip actigimda uc durak sonra indim. Bilerek degil yahu uyuya kalmisim. Bi yandan da whatsappdan zehraya agliyorum. Ben bunu haketmedim diyerek. Hayir gercekten ama gercekten ben bunu haketmedim. Eve geldim. Esyalarimin oldugu odaya gectim. Bunun foto makinasi kayipmis zaten onun icin geldim ben o gun. Bi baktim makina koltugun altinda yatiyo. Kiloo diye seslendim. Fotograf makinani buldum diye. Sonra hicbisey olmamis gibi devam ettik. Ben kalktim bavullarimi aldigim gibi lojmana tasidim. Ondan sonra da aramadim o arayana kadar, ki o beni her sabah ve aksam aramaya basladi aramayan adam. Ben bisey anlamadim. Anlayan varsa bi zahmet...

Banka olarak Denizbankla calisiyordum ki acaip bi sekilde kustum kendilerine. Gecen gun kredi karti extremin ne kadar oldugunu ogrenmek icin Denizbanki aradim. Bi de ne goreyim kredi kartim iptal olmus. Sebebiyse google uzerinden cok alisveris yapiyorum ve tutarlar az gorundugu icinde sistem otomatik iptal etmis. Yalanini yesinler. Neyse ota boka arayan banka beni neden bunun icin aramadiniz en azindan bi onayimi alsaydiniz diye atarlanip Ayni bankadaki kullanmadigim diger kartimi iptal ettim. Hay etmez olaydim diyorum simdi. Abi uyuyorum hoppp yirmi defa ariyolar. Telefonu actim en sonunda. Neyse guvenlik sorusunu gectim. Telefondaki bayan bana biz size ne yaptik da kredi kartinizi iptal ettiniz dedi. Valla agzima geleni soyledim. Birincisi bana sormadan kredi kartimi iptal etmissiniz. Simdi yeni karti beklemem gunler alacak. İkincisi maas hesabim oldugu halde zirt pirt kendi yasalariniza istinaden onun faizi bunun faizi diye diye aylik 8 tl geciriyorsunuz. Ucuncusu kredi kartimdaki telefon otomatik odeme talimatinda mevduat hesabima kredi kartindan nakit cekim yapip bi de o nakit cekim faizi olarak hic bisey olmamis gibi sadece 0,70 kurus fazla oduyorsunuz diyerek resmen soymaya kalktiginizdan kisura bakmayin ama Bonus karta ihtiyacim olmasaydi sisin bankanin onunden bile gecmezdim dedim. O da bana tamam kartiniz elinizdeyse onu kirip cope atabilirsiniz diyerek telefonubresmen trip ata ata kapatti.

Zaten bunalima giricem. Bi de seninle ugrasamam Denizbank. Bunalimima iyi gelicek bisey yap seni affedeyim. Yoksa yok..

1 Ekim 2014 Çarşamba

Ruya gordum



Dun bi ruya gordum. Biraz korkunctu acikcasi. Bir kedi bir yilan ve bir kopek vardi. Kediyle surekli bir kavga icindeydim. Kedi bana karsi surekli bi tisss tisss diye ses cikariyordu. Ben onunla kavga ederken Yilan ya da yilan baligi , ama ben yilan baligi diye dusunuyorum. Ayaklarimdan tirmanarak kafamin ustune geliyor sonra boynumdan beni bogmaya calisiyor. O bogmaya calistikca kedi de diger taraftan hala miyavliyordu. En arkada olan kopekse oylece bana bakiyor olayi seyrediyordu. Bir tek havlama sesi bile duymadim.

Nedir ki bu ? Hayir mi? Delalet nedir? Yorum yapanlara tesekur ederim.

24 Eylül 2014 Çarşamba

İnstagram gunlugu

De dim ki birde ben yapayim instagram gunlugu. Arada sirada yapmayi dusunuyorum. Zaten uzun zaman oldu ozlemissindir sen de beni. Hadi yine iyisin sana resim gondericem :))

İlk resmim tabiki bana en yakin olan sehir Sideden bir kesit. Kesit derken oyle kesit degil. Yonlerin kesiti... Ama temple of men dedikleri yeri hala bulabilmis degilim.



Yine sideden bir kesit. Burasi imparatorun ya da donemin yoneticisi olan kisinin saray icindeki yuruyus yolu. Bi nevi Osmanlidaki padisahin taht odasinda ki yolu diyelim.



Bununla arkadas olmak istedim. Kopek dostu olarak yakindan sevdirmedi kendisini. Ben de uzaktan uzaktan " hanimis benim balim hanimis benim turtam " diye sevince havlamaya basladi.



Bu Sibirya kurdu kirmasini Alanya demirtastaki kopek ciftliginde gordum. Resmen asik oldum diyebilirim. Ama beni bekleyen bi tane var İstanbulda.



Gecen hafta arkadaslarla ( ki bu arkadaslar 12 kisilik bir grup ) geyik avlamaya gittik. Oyle hemen kizma yahu ben avlamadim. Onlar avladilar. Zaten elime tufek alamam ben. En son askerdeyken aldim o kadar. Neyse bu yesil dostu da Geyik avindayken fotografladim.



Bu fotografta yine biz avdayken cekildi. Alanyanin arkalarinda toroslarda gercekten koyler hala duruyor. En guzeli.



Bu baligin ne oldugunu bilmiyorum. Ama tadi lezzetli. Kalkan gibi bir tadi vardi. Yaklasik 7 kilo gelmisti. Zehirli diye kandiranlar bile vardi...




Simdilik bu kadar. Sonra devam ederim.

Gorusuruz.

20 Eylül 2014 Cumartesi

TitreyenGöl efsanesi

Rivayet göre, gölün kenarında yaşayan ve kuşları besleyen yaşlı bir balıkçı oturmaktadır.

Kuşlar yaşlı balıkçıyı gölün kenarında gördüklerinde kanatlarını çırparak ona doğru gelirdi. Bir gün bu gölde avlanan avcılar su üstündeki ördekleri vurur. Yaşlı balıkçı bunun karşısında avcıların üzerine yürür ve onları avlanmaktan vazgeçirmeye çalışır. Avcılar yaşlı adamı iter ve su üstündeki vurdukları ördekleri almaya çalışır. Bu sırada diğer ördekler hep birlikte havalanarak kanatlarıyla bir hortum oluşturur ve avcıları kaçırırlar. Bu olaydan sonra göl hep titremeye başlar. Bu titremeye yöre halkı, kuşlar yaşlı balıkçıya ağlıyor diye yorum yaparlar.

YANARTAŞ (ÇIRALI) VE BELEROPHONTES EFSANESİ:
Yanartaş’ın klasik Grek mitolojisinde önemli bir yeri vardır. Zeus’un oğulları arasında Olympos Dağı’nda yaptırdığı yarışmada Herakles’in birinci gelmesi, bunun Olimpiyat oyunlarına başlangıç kabul edilmesi ve Olimpiyat Meşalesi’nin tutuşturulmasında Yanartaş’ın rolü büyüktür.

Yanartaş, yerden fışkıran bir alevdir ve Homer’in de İlyada Destanı’nda sözünü ettiği gibi binlerce yıldan beri durmadan yanmaktadır.

Mitos’a göre:
At aşığı Glakuos’un oğlu Hipponoes kardeşi Belleros ile ormanda avlanırken, istemeyerek kaza ile Belleros’u öldürmüştür. Bunun için kendisine “Belleros’u yiyen” anlamına gelen “Bellerophontes” adı verilmiştir. Kardeşini bir kaza sonucu öldürdüğü için vicdan azabından deliye dönen Bellephorontes ülkesinden kaçmak zorunda kalmıştır Tipins Kralı Ptoitos’a sığınan Bellerophontes tanrıların övünerek yarattığı bir erkek güzelidir Bazı kaynaklarca Stenehe olarak isimlendirilen kralın karısı Anteia, Bellerophontes’e ilk görüşte aşık olmuş; ancak Bellerophontes iltica ettiği bir kralın karısı ile yasak ilişkiye girmeyi asla düşünmediği için, kraliçeyi reddetmiştir.

Buna son derece içerleyen Kraliçe, Bellerophontes’i kocasına şikayet etmiştir ‘ Öl ey Preites, ya da gebert Belledephontes’i. 0 ki, gönlüm olmadan beni aşkı ile sarmak istedi” Bunu işiten kral Bellerophontes’i hemen öldürmek istemişse de, sonradan bütün intikam meleklerini üzerine çekeceğinden korkarak, onu misafirliğin dokunulmazlığına girmeden öldürsün diye, elinde birbirine katlanmış ve içinde “Bu mektubu getiren kişiyi bu dünyadan kopar; o ki, karımı, yani senin kızına tecavüz etmek istedi. “yazılı bir mektup vererek Likya Kralı olan kayınpederi Iobates ‘e gönderdi.

Yakışıklı genç kendini bekleyen sondan habersiz yola koyulmuş ve kendisini seven ve beğenen tanrıların emin rehberliği ile Likya ya, Xanthos Nehrinin kenarına geldiği zaman ihtiyar Kral misafirine sevgi ve saygı gösterdi. Dokuz gün ağırladı. Dokuz inek kurban etti. En sonunda gül parmaklı şafak onuncu kere görülünce Bellerophontes’ten damadının gönderdiği mektubu görmek istedi. Fakat İobates de bir kral misafirini öldürmekten korktu ve onu başı aslan, vücudu keçi, kuyruğu yılan ve ağzından durmadan alevler saçan Chimera adlı canavarı öldürmesini rica etti.

Bellerophon görevine gitmeden önce kahin Polydeus’a danıştı. Kahin Polydeus kendisine uçan at Pegasos’u ehlileştirmesini öğüt verdi. Bellerophontes bütün uğraşına rağmen atı yakalayamadı ve yine Kahin Polydeus’un önerisi üzerine Athena Tapınağına gitti ve geceyi bu zor görevde kendisine yardım etmesi için Zeka tanrıçasına yalvarmakla geçirdi.

Bir ara olduğu yerde uyuyup kalmıştı. Rüyasında Athena göründü ve ona dedi ki:

- “Uyan Bellerophontes, uyan... Pegasos’u yakalayabilmen için sana şu gemi getirdim. Bunu al; çünkü ancak bu gemle o asi hayvanı yumuşatır ve sırtına binebilirsin. Haydi git; fakat görevine başlamadan önce, atlara binmek sanatını öğreten tanrıya bir boğa kurban etmeyi unutma.”

Bu sözler üzerine Bellerophontes, hemen ayağa kalktı. Tanrıçanın kendisine uzattığı gemi aldı ve Athena ‘nın önerisini yerine getirdi. Pegasos, altın gemi görür görmez, hırçınlığı geçti; uysal bir hayvan oldu. Ve kendiliğinden geldi, kahramanın getirdiği gemi ağzına aldı. O güne kadar yıldırımların koşu atı olan Pegasos, Glaukos’un oğlunun ayrılmaz bir arkadaşı, sadık bir dostu oldu. Artık Chimera’yı öldürme görevine gidebilirdi ve hemen Pegasos’un sırtına atlayarak Chimera Canavarının üzerine yürüdü. Bu canavar, çevrede yaşayanları alevleri ile kasıp kavuruyor ve adeta hayatlarından bezdiriyordu. Bellerophontes canavara saldırınca, canavar çok sinirlenerek kükredi. Alevden dili her yen kasıp kavurdu.

Kükremesinden kayalar yerinden oynadı. Deniz bir Çağlayan gibi aktı. Çevrede bulunan bütün canlılar bu korkunç mücadelenin dehşetinden haykırıyorlar, bayılıyorlar ölüyorlardı. Kanatlı At Pegasos da bütün hünerini gösteriyor, sanki görevin dehşetini anlamış gibi gökyüzünde daireler çizerek, ani dalışlar yaparak, Bellerophontes’in Chimera’yı öldürebilmesi için elinden geleni yapıyordu.

Canavarın ağzından çıkan alevlerden çevredeki her şey neredeyse kül olmuş,

Pegasos’un basacağı yer kalmamıştı. Fakat en sonunda Bellerophontos mızrağını hazırlayarak Pegasos’la havadan öyle bir iniş yaptı ki, mızrağın canavarın vücuduna saplanması ile canavar yedi kat yer dibine gömüldü. Yalnız alevden dili zararsız bir şekilde yeryüzünde kaldı. Bugün o yere giden insanlar hala bu canavarın kükreyişini alev çıkan yerlerden duyarlar.

Efsanenin buraya kadar olanı Yanartaş ile ilgi, ancak Bellerophontes’in bundan sonraki serüvenleri de ilginç:

Ölümünü isteyen İobates, Bellerophontes’i ödüllendireceği yerde. onu çok savaşçı bir kavim olan Termessos’lu solymler üzerine gönderdi. Buradan daha döner dönmez Amazonlar üzerine gönderildi. Bellerophontes her ikisini de yendi. Daha sonra bir geçitle üzerine taşlar yuvarlayan ve daha sonra Likya Ovasında kendisini öldürmek isteyen İobates tarafından gönderilen askerlerle çarpıştı.

Ancak İobates hiçbir takdir göstermeyince, Bellerophontes Deniz tanrısı Poseidon’a yalvararak Xanthos Nehri’nin arkasından her gittiği yere akmasını istedi.

Bellerophontes, İobates’in bulunduğu Xanthos kentine ilerlerken dileği kabul oldu ve Xanthos nehri yatağından çıkarak büyük dalgalar halinde Bellerophontes ‘in ardından ilerlemeye başladı. Hiddetini yatıştırmak isteyenler başaramadılar. Ancak Yanthos’lu kadınlar, kent kapılarının açılmasını ve kendilerinin onunla başa çıkabileceklerini söylediler Kent için bilinen bir çözüm yolu da yoktu. Kadınların isteklerini yerine getirmekten başka çare bulamadılar Xanthos’un kent kapısı açılır açılmaz Xanthos’lu kadınlar eteklerini kaldırarak kentten ona doğu koşmaya başladılar ve hiddetinden vazgeçerse kendilerini Bellerophontes’e teslim edeceklerini söylediler. Bellerophontes bu tekliften dolayı çok şaşırmıştı. Hemen geri dönüp oradan uzaklaştı ve Xanthos nehri de dalgalar halinde arkasından geri çekildi. İobates daha sonra Bellerophontes’in kızı tarafından uğradığı iftirayı öğrenince onu Likya’da alıkoyarak kızını verdi ve ülkesinin idaresini onunla paylaştı.

Kadınların zekiliği nedeniyle olsa gerek, emir vererek, bundan böyle baba yerine, ananın adı ile çocukların çağrılmasını Likya da bir gelenek haline getirdi.

Mutluluk içinde yüzen Bellerophontes, gurura kapılarak kanatlı atı ile ölümsüzlerin bulunduğu Tanrılar Dağı Olympos’a yükselmeyi denedi. Her ölümlünün kalbinden geçenleri bilen Zeus bir at Emeği göndererek uçan atı böğründen ısırttı Canı yanan et silkindi ve Bellerophontes tutunamayarak Pegasos’un üzerinden boşluğa yuvarlandı. Kanatlı At Pegasos ise çok yükseklere, yıldızların sıralandığı mavi gökyüzünün en üst katına vardı. Tanrılar onu artık bir daha yere indirmediler ve bir burca (yıldız kümesine) çevirdiler. Bellerophontes’e gelince, o günlerce süren bir düşüşten sonra, yere düştü. Chimera’yı yenen e ünlü kahraman artık topal ve bitkin bir halde sürünmeye başladı. 0 dünyanın ünlü kahramanı iken gereksiz bir gurura kapıldığı için sefalet içine düştü; daima kederli, daima üzgün ve adsız sansız bir dilenci gibi ölünceye kadar yaşadı.

Hiç sönmeden yanan alevin, bu canavarın ağzından fışkıran alev olduğunu anlatır efsaneler. Bu alev aynı zamanda Olimpiyat Oyunları’nın ilk kutsal alevi olması yönünden da ayrı bir önem ve değer taşımaktadır. Bu mitos, toprak altından çıkan tabii gazların yanmasıyla oluşan sönmeyen ateş imajından yararlanılarak oluşturulmuş ve Homeros’un İliada ve Odessea’sına girmiştir. Homeros’tan sonra bu efsane Hephaistos ile birleştirilmiş ve bu topraklar üzerinde Hephaistos kültü oluşturulmuştur.

Bugün Chimera alevinin bulunduğu Yanartaş’a çıkıldığında Volkan tanrısı Hepaistos Tapınağı’nın kalıntıları ile karşılaşılır. Ayrıca burada Bizans Kilise kalıntıları da vardır. Bu, Hıristiyanlık döneminde bile bu alevin bulunduğu alanın kutsal bir alan olarak kabul edildiğinin bir göstergesidir.

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Savunma

Yapmis oldugunuz ihtar ve sozlu taciz olaylarinda tarafima yoneltilen bu kadar kaba ve uygunsuz soz obeklerinin bir araya toplanarak yazilan tutanagin tarafimdan itirazidir.

Olay gunu ismi gecen personelin kasina 16 dikis atilmasi ve kollarindaki ciziklerden dolayi kendimi sorumlu tutmayarak agir tahrik ve hak tecavuzunune uygunsuz davranmasiyla birlikte tarafima yapilan bu haksiz taciz olayinda suclu olmadigimi beyan eder ilgili olay asagidaki gibidir.

OLAY
Gece 23:20 de isletmede onburodaki gorevim olan night editorluk gorevimi onburo sefinden ve resepsiyonistten teslim aldim. O esnada bir misafir gelip ucaklari icin checkin islemleri yapmak istedigini ve sabah onburo muduru tarafindan tarafima birakilan not ile bilgisayarini acmak suretiyle oturmus bulunmaktaydim. Mudur ofisine girdigimizde bir alman bayan ve bir bar calisani otururuyorlardi. Beni vr yanimdaki checkin yaptirmak isteyen misafiri gorunce alelacele odayi bosaltip gittiler. Ben de gece mudurune anons cekip bir bar personelinin bir alman kiza on buro mudur ofisinde oturdugunu ve kendisinin haberinin olup olmadigini soyledim. Aradan yarim saat gectikten sonra on buro mudur ofisinde misafirin islemlerini bitirmis kendi back ofisime gectigimde ismi gecen ve adini sonradan ogrenmis oldugum sahis tarafima hakaret ederek beni sozlu tacize ve agir tahrike magdur birakmistir. Yanimda olan bir bellboy bir resepsiyonist iki teknik servis elemaninin ifadeleri ekte mevcuttur. Durum bu sekilde ilerledikten sonra kendisini bilerek ve isteyerek ismi gecen sahsiyeti bellboy ofisine cektim. Hakaretlerine devam ederek tarafima sozlu tacizde bulunmustur. Ben de yanimda olan jacl danials icki sisesini elime gecirip masaya vurup kirdim. Kirilan bas kismiyla tehdit ederek susmasini yoksa bu isin sonunun iyi olmayacagini kendisinin zararli cikacagini belirterek yakasindan tuttum. Sirt ustu yere yatirarak once hayalarina sonra kalbinin oldugu bolume iki adet yumruk atmak suretiyle etkisiz hale getirdim. Kendisi direnince elimdeki kirik siseyi yuzune bastirarak derin bir cizik atip canini yaktim. Bagirismalarimiza gelen diger personeller bellboy ofisinin kapisini kirarak iceriye girdiler ve bizi ayirdilar. Sahsiyete bir daha ayagimin altinda gezmemesini ve hakaretlerinin boyutunun ne kadar buyuk oldugunu ve kendimin doktor raporlu bir sinir hastasi oldugumu beyan ettim.

İsmi gecen sahisla beraber bagli oldugumuz bolgedeki hastahanenin acil bolumune giderek ismi gecen kisinin kasina 16 dikis atilmistir. Masraflar tarafimdan karsilanmis olup bahsi gecen kisinin tarafima dava acmayacagina karsin tarafindan yazili ve islak imzali bir kagit alinmis olup tarafimean manevi tazminat davasi dun itibariyle avukatim tarafimdan baslatilmistir. Dava suresince ve dava ile ilgili butun masraflar kaybedene mukellef tutulup , tarafima yapilan hakaret ve sozlu taciz ve ayni zamanda agir tahrik ve insan haklari mukavemetnamesindeki 16/B/28 nolu madde geregince 50000 TL manevi tazminat davasi acilacagini beyan ederim. Belirtilen ucretin alinamadigi taktirde bahsi gecen kisinin idari hapsine ve/veya haciz islemleri uygundur.

Arz ederim