30 Mayıs 2014 Cuma

Yarım

Tuz bir asitle bir bazın tepkimesiyle oluşan maddelerin genel adıdır. Asit ve baz nötrleşirken tuz ve su ortaya çıkar.
Su ise bu hayatın özüdür. Yaşam denilen şey su olmadan var olamaz.


Acı çekmek ise var olmanın bir sancısıydı. Su nasıl var olmak için olmazsa olmazlardansa, acı çekmek de var olmanın kaçınılmaz sonucuydu.

Tuzun, suyun ve acının bileşkesi ise gözyaşı diye düşündü. Varoluşun çocuğu acaba gözyaşları mıydı?
Deniz de acaba tanrıların gözyaşlarıyla oluşmuş ve dünyadaki yaşamın, varoluşun başlangıcı mıydı?
Bütün bu ironiler, ilişkiler basit bir tesadüf müydü, yoksa bunları düşünmese aslında ortada ne bir bağlantı ne de bir tezat olmayacak mıydı? Bu mümkün müydü, hiç bir şeyi düşünmeyebilmek?

Tam olarak bunları düşünüyordu misinası başparmağını titretmeye başladığında. Tamamdır balığı yakaladım diye acele edip misinayı hemen çekmek için de fazla tecrübeliydi. Birden kafasındaki bütün düşünceler buharlaştı, artık bütün dikkati elindeki misinadaydı. Balık sadece O'nu denemişti, gövdesiyle yeme sürünerek geçmiş, biraz titreşim yapmış, sonucu beklemişti. Aralarında elli metre kadar dikine bir mesafe olan ve birbirini deneyen iki canlı. Ama bu sefer durumun kokuşmuş romantikliğini düşünmedi , sadece ve sadece misinaya konsantre olmuştu. Zeki bir balık olduğuna göre güzeldir de diye düşündü kadınlar aklına gelerek, dudaklarının kenarlarında hafif bir gülümseme yayıldı. Titreme bitmesine rağmen biliyordu balığın orada olduğunu. Beklemeye devam etti, ki zaten başka bir seçeneği yoktu. Deniz, tekne, dalgalar, Veli kaptan ve hatta belki de zaman dondu bir anda misinası aşağıya doğru kuvvetlice çekildiğinde. Eliyle hızlıca vurdurdu misinayı, iğneyi balığa sapladığını hissetti ve hiç ara vermeden yukarı doğru çekmeye başladı, bir boşluk bir tereddüt bile balığın kaçmasına sebep olabilirdi. 

Balığın ağırlığını hissetmişti, gelişine bakılısa bu bir çupraydı.
Balık ; çenesine kocaman bir iğne girmesine rağmen zekasından hiç bir şey kaybetmemiş, hızlıca yukarıya yüzerek oltanın boş gibi hissedilmesini ve çeken kişinin acaba kaçırdım mı diye bir anlık tereddüt etmesini ve duraklayacağı anı kolluyordu. Bunu çok iyi biliyordu misinayı çekerken, ama bunu balığın nereden bildiğini bilmiyordu. Bir balık daha önce yakalanmadıysa bunu nasıl tecrübe edebilirdi ki? Yakalandıysa da denizde ne işi vardı o balığın?

Bu düşüncelerin arasından Veli kaptanın rakı ile terbiye edilmiş kalın sesiyle sıyrıldı.

“De gidi Erkut deeee, len balığı çeksene ne düşünüyon sen öyle. Gerçi çekme gari sen balık malık kalmadı onun ucunda, seni mi beklicek o kuzu? Vire süzülüp durun sen günlerdir, hiç hayır değil buu”

İçgüdü diye hayıflandı Erkut. Beni mi bekleyecek balık?

-------------0-----------0-----------0--------------0------------
Kum;
Hala keskin, hala acımasız, hala sert. “Bildiğin kum işte, ne var” diye geçirilemiyecek kadar aristokrat, ama hikayelere konu olamayacak kadar lümpen. Tam kararında bir kum, sanki biri kumu yaratmak için kumu yaratmış. Bunu bir yere not almak gerek.


Rüzgar;
Bu mevsimde bu kadar hüzünlü esmez ki, bir iş var bunda…….

 

Deniz;
Rüzgara uymuş o da. Ne kadar önemli ve yüce olduğunun farkında. Güzel bir kadın kadar nazlı ve uçarı. Poseidon, Kronos’un evladı, Zeus’un kardeşi, kendi kızına aşık olmasının yükünü bile arındırabilmiş kutsal su, yüce denizde. Dilinden anlamazsanız canınızı yakacağı çok belli, ve gene bunu yapacak gibi duruyor. Eminim yapacak, temkinli olmak gerek.

 

Sesler;
Bir çok ses var. Biraz daha dikkatli dinlemek gerek, ayırabilecek yetiye sahipsin bütün sesleri. Dalgaların sesini, rüzgarın sesini çıkar. Geriye kalan ses tanıdık mı? Bir çocuk kahkası. Dünyada her insanın tanıyabileceği bir ses. Düşük genlikte bile olsa, dalga boyunun da düşük olmasından dolayı iyi yayılır çocuk sesi, uzaktan duyulabilir. Büyüdükçe öyle kahkaha atamaz insan. Ama suç genlikte değil, hayat mı kısıyor insanın sesini ne? Şu anda duyduğun kahkahaların sahibini görebiliyor musun? Ayaklarını denize sokmuş bir kız, tanıdık mı? Elbette tanıdık. Git ona. Daha fazla yaklaş. İçinin huzurla mı dolması gerekiyordu şu anda, neden huzurlusun, biraz zorlama gibi gelmedi mi sana da bu huzur? Bir gariplik var.

 

Mutluluk (tez);
Çok yakınında mutluluğunun kaynağı, bir an önce yanına gitmelisin. Adımlarını hızlandır, kum nasıl olsa tanıdık sana izin verir. Kumda yürümenin basit ritüelini gerçekleştir sadece, omuzlarını ve başını biraz öne at, bacaklarını bütün gücünle çalıştır, ellerini de sırayla sallamayı ihmal etme, bacaklarınla eşit hızda, az kaldı, sese yaklaşıyorsun.

 

Acı (antitez):
O çığlık???
Omiriliğini titreten ve içine kusma hissi veren o çığlık?? Çok yaklaşmış olman gerekmiyor mu denize ve kıza? Şimdi çığlığı duydun ve durdu her şey. Deniz nasıl durabilir, kum nasıl durabilir? Çığlık nasıl havada asılı kalabilir? Kimse yok etrafta senden başka. Neden her şey tanıdık? Bir şeyler ters gidiyor, müdahale etmen gerek, ama neye ve kime? Hiç bir şey yok ki. Gri deniz durmuş sana bakıyor. Konuşabilse belki bir kaç kelime kusacak acıyacak haline. Artık panik olabilirsin çıktı her şey kontrolünden. Kız yok, ve o olmayınca sanki diğer her şeyin anlamı da değişti, bozuldu.

 

Çaresizlik(sentez);
Yok, hiç bir yerde yok.Yapılabilecek ne kaldı ki, ağlamaktan başka? Bırak gözyaşların aksın. Gözyaşı üzerine düşünmüş müydün daha önce? çok tanıdık geldi. Ama neden bütün herşey değil de gözyaşları çok gerçek geliyor sana? Yanağının ıslanması dışında sanki hiç bir şey doğru ve yerinde değil gibi. Sonuç mu çıkaracaksın? Hayır saçmalama, çıkaramazsın, daha önemli şeyler var şimdi. Uyanmayı denesen?

 

Uyanmak mı?
Uyanmak???

29 Mayıs 2014 Perşembe

Ananas

Markette ananas soyarken yaşlı bir adam yanıma yaklaştı ve "evladım bu nedir?" dedi. Gözümü ananas soyma makinasının bıçaklarından ayırmadan, ki bence çok ciddi ve önemli bir iştir,

"ananas bu amca" diye cevap verdim.

"Tamam da nedir?" diye sorusunu süsleyip bir daha sordu..

Ya ananasta derin bir felsefe arayan birisi idi ya da Türk bir Benjamin Button vakası ile karşı karşıyaydım, adam yeni doğmuştu bilmiyordu hiç bir şey, görmemişti. İki seçeneceğin de saçmalığı önümde açılan engin saçmalık denizinde birazdan atacağım kulaçları muştular gibiydi.

Kafamı yavaşça kaldırıp "amca, lütfen kuşak çatışmanı kendi torunların üzerinde dene" der gibi gözlerinin içine baktım, "basit bir soru sordum sadece, bu muameleyi haketmiyorum, zaten yaşlıyım ve öleceğim yakında" der gibi gözlerini kırpıştırdı.

Birazdan oluşacak ortamdan kaçmak için son hamlemi yaptım. Belki salak gibi görünürsem dikkatini üzerimden başka bir noktaya çekebilirdim.

"Yenir bu amca" diye cevap verdim.

Ses tonum, cümlenin kısalığı, duruşumdaki hafif kambur ve şapşalca ifade, vücut dilimdeki yekdüzelik, her şey salak ve uzak durulması gereken birine uyuyordu ama karşımdaki yaşlı kurt bu son çırpınış numaramı yememişti. İşin daha da kötüsü, göğsümde yumuşatıp bütün gücümle vurduğum voleyi ustalıkla yakalamış, şimdi topun onda olmasının verdiği güvenle sesini tam da yaşlı ve şevkatli bir seri katil gibi yumuşatmıştı. Ve ağzından o sihirli sözcükler döküldü.

"Yendiğini biliyorum tabii ki evladım, ama neden yenir?"

Şimdi şaşırma zamanı değildi, şimdi şok olma zamanı değildi. Evet bir gün gelecek ve bu dünyaya karşı yenilip pes edecektim, bunu hep biliyordum. Bir gün gelecek şaşırma hücrelerim dolacak ve yeni besinler alamayacaktı, bütün vücudum bir gün iflas edecekti. Evet, biliyordum bir gün yenilecektim. Ama o gün bu gün olmayacaktı, dur bakalım seni moruk seri katil kılıklı herif, daha ölmemiştim...

Bütün gücümü toplarayarak cevap verdim, sesime sinirli ve aksi bir ton katmayı da ihmal etmedim. Asabi ve yaşlılara saygısız bir heriften daha kaçılası ne olabilirdi ki onun için?

"Amca, karpuzu neden yiyorsun sen mesela? " dedim..

"Mesaneme iyi geliyor, çiş yaptırıyor bol bol." dedi.

Evet... Kaybetmiştim... Bu amansız savaştan bütün işe yarar uzuvlarım kesilmiş bir şekilde karşısında diz çökmüş bir halde buldum kendimi. Artık kılıç elindeydi, esiriydim. Kafamı kesip bir an önce beni bu işkenceden kurtarması için yalvarmaktan başka yapacak bir şey yoktu.

Sesimi iyice inceltip, belli belirsiz bir sesle; "E bu da yarıyordur bir şeylere, meyve yani sonuçta, vitamin falan vardır elbet" gibi bir şeyler saçmaladım.

Yaşlı ve sarkık yanakları ile pörsümüş dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme peydah oldu...

Hiç bir şey demedi.. Bir yorum yapmadı..

Döndü arkasını ve gitti.. Boynumu kesmeden beni ızdırap veren yenilgimle baş başa bıraktı. Gururlu bir komutan yerine kötü bir zalim gibi davranmayı seçti. Ölmeden önceki belki son zaferini üstümde kazanmıştı.

Gitti öylece..

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Deli

Ben istemez miydim öyle huzurlu olmayı ama tabiatım o değil. “Hoşçakalın.” der noktayı koyarım ama siz benseniz, boşluktaki yankısını dinlersiniz o noktanın. Mektup çoktan bitmiş, nokta konulmuştur ama noktanın altındaki boşluk, koca evrene dönüşüp, yapayalnız tehditkar bir suskunlukla kalp kalp atmaktadır. Dayanamaz, Hoşçakalın’ın sonundaki noktaya yan yan bakarak, “vaktinde ulaşmış olmanıza da çok sevindim.” diye eklersiniz, o koskoca evrendeki farazi uzaylılara karşı boş boş. Endişe devam ediyorsa, “dediğim gibi, en kısa sürede görüşmek dileğiyle…” diyerek üç noktanın bir kalabalık, bir yandaşlık, bir kader ortaklığı yaratmasını dilersiniz.

Yazarken böyle ama konuşmak hepten içinden çıkılmaz bir darboğazdır benim için. Klişeleşmemiş çok az sohbet kaldığı ve yeni konular açmaya ve katılmaya çok üşendiğim için genellikle susarım. Beni eve bırakın, bir köşede günlerce oyalanırım. Bazı şeyleri uzun ve detaylı düşünürken bulurum kendimi: Mesela, yabancı filmlerde, işten ayrılan şahıs özel eşyalarını koymak için mukavva kutuyu nereden edinmiş olabilir, gibi. Biz burada bakkala sorarız, vermez. (Pisliğine tabi.) Markette ki kız bilmiş bilmiş, “mal sevkiyatımız çarşamba günleridir, o zaman uğrayın,” der. Hayret, hiç ummazsınız ama eczacıdan çıkar kutu. Siz, çok değerli olduğunu ihtiyacınız olan o gün idrak ettiğiniz mukavva kutu için yalaka bir gülümseme ile bin bir teşekkür ederek arka arka kapıya giderken, o, telefonla konuşmakta ve sizi çabuk bir el hareketi ile sepetlemeye uğraşmaktadır. Şanslıysanız o da. Genellikle eczacı da size yardım etmez, eğer kötü bir telefon görüşmesi yapıyorsa. Zaten işten çıkmışsınızdır, zaten tuhaf, normal olmayan bir adrenalin salgılamaktadır bedeniniz. Zihniniz de sürekli ertelemektedir, durumu idrak etmeyi. Son gurur kırpıntılarınızı da o yırtık plastik poşetlere yüklemiş, terk edersiniz limanı.

Ya da alnım çatılmış, kendi kendime, nedir şu çiftlere karşı sallanan, konuşmalısınız! emri? diye kafa yorarım. Şart mıdır? Birbirini çok iyi tanıyan ve özellikle arkadaş&karı-koca olan ilişkilerde şu bu konu hakkında ciddi ciddi konuşma yapmak, rol kesmeye denk, değil midir? Ne derseniz deyin seyirciye ( ilişkilerde konuşmak önemlidir, lafını yumurtlayan cosmopolitan ilişki başöğretmenleri topluluğu seyircisi) kendini beğendirme, ondan onay alma arzusu dikkati çekmez mi? Çeker.

Ben, kocaman evin küçücük köşesinde düşünür… düşünürüm.. Dünya döner…. döner…..döner...

Mario

kendimi süper mario gibi hissediyorum, çocukken bu oyunu çok oynardım ataride, kafasını priketlere vura vura puan toplardı "gluk" diye bir ses çıkardı, prenses denen zilliyi kurtarmak için canla başla çalıştırırdım onu,dağları tepeleri yeraltını kapluımbağaları timsahları aşardık onla, ama ben sonra sıkılırdım... bunun habire kafasını bi yerlere vururdum, sonra sürekli öldürmek için uğraşırdım bile bile kaplumbağa gelsinde bıyıklı amcaya vursun diye zevkle heycanla beklerdim...pislik yapardım mario'ya..Özür dilerim Mario :'( pişmanım...

 ve hiç o zilli prensesi kurataramadık,o bana güvendi ama ben onu kullandım :(Şuanda kendimi mario'nun durumunda gibi görüyorum... Yukardan birilerinin bana karşı garezi var buna eminim,önceki hayatımda kesinlikle; pislik, dolandırıcı, günahkar tipin biriydim, reva mı yoksa bu ağza bal sürüp çekilen hayat...Ne zaman herşey yoluna girse, "haaa tamam, herşey güzel gidiyor" desem, hoop yukardan bir kudret anında bütün yapbozum toz duman oluyor...

Şimdi ayy iyi düşün şükret falan gibi klasik cümleler kullanacaksınız ama polyanna denen sümüklü kızdan bile daha salak biriydim ben ...ne olursa olsun 28 dişimi göstere göstere "nolcak yaaaa nefes alıyorum yaa" diyordum..Eee elime ne geçti hala aynı, kesinlikle ben bu işte bir garez seziyorum,biri prensimi bulmamı istemiyor...benim kafamı taşlara vura vura eğleniyor,uyduruk pis suratlı kaplumbağaların karşısında elimi kolumu bağlıyor 5. bölüme kadar gönderip orda bütün canlarımı öldürüyor herşeye sürekli baştan başlatıyor.. Mario benden fecii bir intikam alıyor :'(

Şoför

araca binenleri takip etmekten gina geldi. Artik araca binenden para almamaya calişiyorum ki hepsi ayni yerde inecek zaten. 30 yaşindayim ve elimdeki tek birikimim bu arac. Ona bi isimde buldum. Gulizar. Benim sevgili 90lardan kalma modern caga ayak uydurmuş otobusum gulizar.  Arkasina hataliysam ara yazdirip altinada kooperatifin numarasini yazdirdim. Hatam olursa filan orayi arasinlar ben ugrasamayacagim.
Bu sezon surekli rus ve alman turistlerle dolu. Yerli turist neredeyse kalmadi, parmakla sayilacak kadar az. Genelde rus turistler dolar olarak odeme yapiyorlar. Arabaya bindiklerinde Turkce " yolculuk kac para " dediklerinde ben de rusca " diva dolar " diyorum. Hoşlarina gidiyor onlarin. Hele milliyetci kesim gelince ben de " burasi Turkiye kardeşim beş tl " diyorum odeşiyoruz. Onlarda beni sempatik saniyolar ellaaam. Alman turistler olunca işler degişiyo ben de. yaşlisindan gencine. Bi cambazlik yapmadigim kaliyo onlarla anlaşabilmek icin. Ama allahtan aralarinda ingilizce bilen cikiyo da anlaşabiliyoruz.

Gecen ayin 8inde ikinci kez evlendim. Eşim burali. Yirmi yildir burada yaşiyorlar. Ayni zamanda benim cocukluk ve ilkokul arkadaşim. Taaa o zamanlardan beri seviyordum onuda işte kismet bu zamanaymiş. İlk eşim Norvecli. Hala goruşurum kendisiyle. İki tane dunyalar guzeli kizim var. Norveçteler şimdi onlar. Kayınpeder istemedi beni Norveçe bende gidemedim.

Sanatçılardan Ferdi Tayfur, Aktirstlerden Türkan Şoray , Aktörlerden Kadir İnanır favorimdir. Çiçeklerden Mor Menekşeyi severim. Mor Menekşe bana hayatı anlatıyor. Yaşam dolu olduğumu hissettiriyor.

27 Mayıs 2014 Salı

Politik'a

İlk ve son Politik yazımı yazayım dedim sana.

Malum bugünlerde ülke yine karıştı. Başbakanın hedef kitlesinde iki isim var şimdi.

Yılmaz Özdil ve Yazgülü Aldoğan.

Gündem değişti.

Somadaki 302 merhum işçinin hesabı sorulması gerekirken Türkiyenin en büyük iki gazetesinin yazarlarına göz dikerek gündemi değiştirmeyi başardı. Ne diyordu RTE " Ben başbakanım gündem belirlerim "... İstediği oldu.

Takip ediyorum. Sürekli.

" Yılmaz Özdil bir sürüngendir"

Yılmaz Özdil cevap veriyor...

O değilde, Yılmaz Özdili işinden attırmak için kesin bir propaganda yapmış RTE. " O insanları nasıl çalıştırıyor patronu hayret ediyorum "...

Sonuç...

Yılmaz Özdil hala yazıyor Hürriyette.
Yazgülü Aldoğan hala yazıyor Postada.

Gezi parkı olaylarında demedi mi " Benim başörtülü bacıma tecavüz ettiler üzerine işediler " diye. Mitinglerinde bağıra çağıra böğrünü söke söke anlatmadı mı millete?

Sonuç.  Buda ayrı bir yalan.

Yine gezi eylemlerinde " Camide içki içmişler " demedi mi? Sonuç; Cami imamı  tarafından yalanlandı.

Gündeme yeni bi can oturdu.

Yusuf Kurt. Okmeydanı Cemevinde Cenazaye katılan Beyoğlu Belediye işçisi Merhum Yusuf Kurt. Kafasından kurşunla vuruldu...

Vali Mutlu açıklama yapıyor hemen ardından gün içinde " Yusuf Kurt hayatını kaybetmiştir. Ailesine sabır diliiyoruz"

Ve hemen ardından da Emnniyet müdürlüğü açıklama yapıyor " Bizimde iki polisimizi yaraladılar "

Eeee... Yaralanan Polis. Yandaş. Emir kulu. Ölen. Mazlum merhum vatandaş Yusuf Kurt.

Adalet in the KLOZET.

Ve herkes RTE'ye tekrar düşman olur.

" Kahrolsun RTE emperyalizmi"
" Berkin Elvan Ölümsüzdür "
" Yusuf Kurt Ölümsüzdür "
" Ego tavan , Tayyip Yavan "

Meydanlarda benim polisimde benim polisim diyip şımartır. Ama Polisin maaşını kim öder? Halk öder. Bkz vergi...

Sol düşüncenin Yusuf Kurt ve Berkin Elvanı yücelttiğini söylüyorlar. Sağ düşüncenin ne olduğu belli olduktan sonra sol düşüncenin ne halt yediği, yiyeceği çokta tın diyorlar.. Diyorlar da diyorlar.

Derleeeerr derleeeerrr...

ATA'm diyorum bende...

RTE'nin hiç ağzına dahi almadığı "ATATÜRK" demek geliyor içimden ve bağırıyorum.

Seni gidi seni. Seni Köftehoorrr . Ne güzelde gündemi  değiştiriyosun öyle. Bıngıldağını çamura batırdığım.

Her olay patladığında en basit akılda kalanı " Gezi ve soma " Gündemi değiştirmeyi iyi bildi. Yandaş medyayı yanına aldı " Bizim de başörtülü bacımıza saldırdılar " dedi.
" Bizim de polisimize taş attılar " dedi.

Şimdilerde başka bi olay var ki o daha vahim. Güzel ülkemin güzel insanları Aleviler ayaklandı.
Konuyu biliyorsunuz zaten. Yusuf Kurt hikayesi. Kaza kurşunu Cemevinde cenazede taziyeye giden Yusuf Kurta isabet eder, Buna karşılık Bütün Cemevleri "Bize saldırdılar" diyerek ayaklanır. Devamında gelen RTE şeması , İki polis ölmüştür, emniyet müdürü yaralanmıştır, 31 terör estiren kişi yakalanmıştırda yakalanmış. Ardından Yusuf Kurtun cenazesinde 31 kişi RTE üzerine slogan atınca Yusuf Kurtun babası "Oğlumu devlet öldürmedi siz öldürdünüz onu" diyince yarım saat içinde RTEnin Yusuf Kurtun babasını araması.

Bu
Ülkede
RTE
Tarafından
Aranmak
İçin
İllaki
Tarafını
Belli
Etmek
Gerek

Yoksa ekmek yok. Olay bu. Şekil Bu.

25 Mayıs 2014 Pazar

His

Hislerinin ince çizgileri olmalı insanın...
Çizmeli o çizgileri kendine.Yaşamalı hislerini ama çizgisini bilmeli ...nereye kadar çizmiş ise çizgisini,oraya kadar hissetmeli ...

O çizgileri çizmeli ki hissiz kalmamalı...en güzel sözcükleri saklamalı ve biriktirmeli en taze heyecanları hissettiğine...sonra onları koymalı o çizdiği çizginin sınırları içine...sınır koymak değil dert yanlış anlaşılmasın...çizgi çizmek sınıra bir adım kala hislere...

Ilgi duymak,hoşlanmak,aşık olmak ve sevmek...herbiri birbirinden farklı ama her biri bir öncekinden doğar...

Hepsi birer his işte...

Bazen iki kelime arası bir hikaye...

Bazen hiçlik içinde çokça lakırtı...

Bazen ağzına gelipte yutkunduğun şey işte...

Kalbinin çarpıntısına kulak misafiri olmaktır bazen ...ve o ana şahitlik ettiği için keşke demektir...keşke ...

Hissetiğin neyse işte tamda o hissettiğine karşılık sustukların vardır...kalakalırsın öylece...konuşsan olmaz sussan kendini boğarsın hislerin ile...hah ...işte benimde birkaç sustuğum var kendimi boğmaya cesaretim yok ..bu yüzden yazıyorum işte...söz uçar yazı kalır diye...

Sana hislerimi anlatacak bir kaç cümle kurmak isterdim ama anlatacak kelimelerim yok Dünya nın hiç bir dilinde...

Keşkelerim var ama...

Mesela bi kaç zaman önce tanışsaydık seninle...çocukken mesela ...oyunlar oynasaydık ...aynı okula gitseydik işte aynı zamanlardan mekanlardan geçip gelseydik bugüne...keşke...

Keşke bilseydin gözlerinin bana nasıl bir dünya bıraktığını seni her gördüğümde...ve bunu sana söyleyebilseydim keşke...

Seni hissetmenin sana hissetmekten de güzel olduğunu bilseydin keşke...

Keşke bazen umut

Keşke bazen bitiş

Keşke bazen başlangıç

Keşke bazen zaman dır aslında...

His dedim ya ...

Hislerde yetmez bazen aslında...

Bazen bakmak da yetmez görmek gerek

Bazen bilmek de yetmez duymak gerek.

Bazen tutmakta yetmez almak gerek.

Anlamak da yetmez bazen aslında Olmak gerek.

Hislerim çizgilerimin arasında sükundayım...

Taki sen olana dek.


24 Mayıs 2014 Cumartesi

Ödev

* Sağ elinle sağ dirseğine dokunmaya çalış. Bunu asla yapamayacaksın. Bu kadar birbirine yakın olmalarına rağmen onları neden kavuşturamadığın üzerine düşün.

* Eğer sürekli bilgiye dayalı kitaplar okuyorsan tam tersini yap. Bir kurgu oku, bir roman veya hikaye kitabı mesela. Bir şey öğrenmeye çalışmamaya çalış
.
* Haftada bir kaç gün uğrayıp bir şeyler aldığın büfedeki adamın adını bilip bilmediğini düşün. Bilmiyorsan öğren.

* Taksiye veya otobüse bindiğinde şoförün nasıl bir hayatı olduğunu, kaç çocuğunun olduğunu, neler yaşadığını ne gibi bir geçmişi, ne gibi acıları olduğunu düşünmeye çalış. Onun da çocukluk fotoğraflarının olduğunu, annesi ve babası olduğunu veya olmadığını hayal etmeye çalış.

* Birine bir şey öğret. Ve birinden bir şey öğren. Bunu istersen, mutlaka fırsatın olacaktır.

* Bulunduğun şehirde hiç gitmediğin bir semti ve neden hiç gitmediğini düşün. O neden üzerine bir daha düşün. Ve oraya git.

* Bir kahveye gir. Bir saat kadar dur. Başka bir şey yapmadan dur. Telefonla da konuşma. Öylece dur.

* Önünden her gün geçtiğin ya da bulunduğun şehirde olduğu halde hiç gitmediğin önemli bir tarihi yapıyı ziyaret et. Yurtdışına geziye çıktığında gittiğin şehrin önemli yerlerini görmek isterken neden kendi yaşadığını yerde bunu yapmadığını düşün. 

* Kısıtlı zamanların seni nasıl harekete geçirdiğini, oysa kısıtlı olmadığını zannettiğin için ne çok şeyi ertelediğini düşün.  

* Hayatının sonlu olduğunu düşün. Sevgilinin gözlerine bakıp onun hastalanabileceğini, ölebileceğini, onu bir gün göremeyeceğini hayal et. 

* “Bir gün değiştireceğim”, “Bir gün bunun içinden çıkacağım” dediğin şeylere bak. Aslında çok vaktin olmadığını düşün.

* Uzak yakın bir tanıdığını kaybedersen onun cenazesine git. Sonra mezarlığa kadar eşlik et onun gidişine. Tabuta omuz ver, üzerine bir kürek toprak at.

* Mahallendeki esnafa selam ver.

* Bir rüyanı not et. Kimseye anlatma. Üzerine düşün.

* Bir gün boyunca aklından geçen önemli önemsiz birçok düşünce ve duyguyu en yakınına söylemeye çalış. Söyleyemediklerinin, eğip büktüklerinin neler olduklarına bakıp üzerine düşün.

* Aslında şu an ne hissediyorum diye sor kendine. Cevaplarının düşünce değil duygu olmasına dikkat et.

* Kullanmıyorsan eğer bir toplu taşıma aracına bin.

* Kendi portrenizi çizmeye çalış.

* İster şehir içinde ister şehir dışında yola koyul. Nereye gittiğini bilmeden git. Beynin sana sürekli soracaktır nereye gittiğini. Onunla biraz kavga et
.
* Yakın bir dost grubuyla evde oturup her biriniz gözlerinizi bağlayın. Ve görmeden sohbet etmeyi dene.

* Çocukken yapabildiğin ama fiziksel bir engelin olmadığı halde artık asla yapamam dediğin bir şeyi yapmayı dene.

* Evindeki bazı eşyalara, objelere bak. Sana nasıl bir his verdiğini anlamaya çalış.
  
* Ölene kadar mutlaka yapmak istediğin şeyleri ve “Asla yapmayacağım” dediğin şeyleri yaz. “Asla yapmam” dediğin ne kadar çok şey olduğunu gör.

* Söyleyegeldiğin bir yalanı sonlandır.

* Bir arkadaşına, onun sevdiğin ve öfkelendiğin bir yönünü söyle. Öfkelenme, öfkelendiğini ifade edin.

* Bir biçimde borçlu olduğun birini hatırla, onunla helalleş.

* Birkaç arkadaş bir araya gelip sadece on beş dakika konuşmadan durmayı dene. Ve ne hissettiğine bak.

23 Mayıs 2014 Cuma

Konser

Hey önce şunda bi anlaşalım. Ben şarkıcı falan değilim. Şarkıcı falanı bırak benden şarkıcı olmaz bu karga gibi gaklayan sesimle. Ondan sonra deme bir daha "Türk müziği nerelere gidiyor" diye. Türk müziğinin bi yere gittiği yok. Yerinde saymaya devam ediyor. Sadece girdiğimiz stüdyoda bir demo yaptık o kadar. Karga olan sesimi kıskandıysan da o senin bileceğin iş. Ben sana diyor muyum ki "Türkiye de bir numara olacağım herkes heryerde beni dinleyecek" diye. Zaten sınırlı bir çevrem var. Bırakta bi zahmet onlara dinleteyim iki kakara kikiri yapalım dimi ama? Şimdi anlaştık mı? Tamam  güzel...

İlk albümüm çıktığında heyecanım son doruktaydı. Aslında albüm bile değildi çıkan albümüm. Sadece bir iki demo. O da "Celtic müzik the voice" söylemiştim. 96 yılı eurovision şarkı yarışması birincisi. Toto'dan söyleseydim çok daha iyi olurdu sanki " Lan Çantamı Getireeee" . Tabi bu Türkçe versionu.... Sen onu dinleme. 

Albüm patlama yaptığında müzik yönetmenime ilk söylediğim şey " Beni siz yarattınız teşekür ederim" dedikten sonra hızla kaçmıştım. Konserler, imza günleri,  programlar, aranjeler, castingler... Kaçıp kaybolmak. İnsanlara bi görünüp bi yok olmak istedim de olmadı tabi zamanında. 

Hangi şarkıcı konser gününde tuvalete gidip " ya birazdan konserim var, ilk ben girsem" diye sıra ister, hangi şarkıcı midesini bozacağını bile bile bir hayranının getirdiği şalgam suyunu içip "Oh beee" dedikten sonra konserde altına kaçırır, hangi şarkıcı " aaa buranın kebabı da güzelmiş" diyerek 5 tane üst üste acılı adana yiyip sesinin rengini bozar. 

Fazla uzaklaşma etrafta bulamazsın hemen burdayım ben.

Konser günü gelip çattığında Rumeli hisarına gittik. Hisara giderken konsere daha var diyerek Kız kulesinde oturup biraz çekirdek çitledik. etrafta sevgililer var. Ve beni tanımıyorlar. Ohh diyip şükrediyorum. Doksanların havası. Herkes bi ünlü olma peşinde. Ünlüyle fotoğraf çektirtme peşinde. Ama benim daha ilk konserim. Ve heyecanım dorukta. O yüzden Kız kulesine gelip oturup biraz çekirdek çitleyelim dedik. Bi ara saate baktım. Konserin başlamasına yirmi dakika var. Arkadaşlara hadi gidelim dedim. 

Lan! Satıldım. Arkadaş dediğim herifler beni unutmuşlar burda. Zar zor kendimi aldırdım ordan. Gittik konserin olacağı yere. Heyecandan öleceğim ama. yüzlerce insan gelmiş. Hatta yüzlerce  değil, binlerce insan burda beni dinlemeye  gelmiş. Lan yanlışlkla kendi konserime izleyici olarak mı geldim diye düşündüm. Menajerim sürekli telefonla beni arıyor. "Nerde kaldın" diye. Telefonu açamıyorum da o kalabalığı gördükte. Bir kişi beni tanısa bittiğim andır orda.Pankartlarda benim ismim, benim şarkı sözlerim, resimlerim var. Harala gürele çıktım olduğum yerden kulise geçtim. 

O anda bir anons geldi. " Sizlerden çok özür diliyoruz. Konser iptal olmuştur." Neeeeeee!!!! Nasıl yani konser iptal olur. neden iptal olur konser. Burdayım ben burdaaa.. Konser iptal olamaz. Çıkıcam şarkımı söylicem. Halkın arasına girip ellerini tutup yanak yanağa fotolarımız çekilecek. Orada bulunan insanları sakinleştirmek için bende çıktım ortaya. Bari sahneye çıksın yüzünü görelim dediklerinde. Ben hali hazırda burdayım ben burdayım diye bağırdım. Sonra sakinleştirmeye çalıştık milleti.

Beni ordan çıkardılar. AArka kapından çıkarmaya çalışıyorlardı. Anonsları dinliyorum ben de. "Çocuk vazgeçti, konser yapılmayacak, kusura bakmayın". Lan nasıl vazgeçtim. Ben vazgeçmedim. Neden vazgeçeyim. Çıktım sahneye güzel. Repertuarımda kaç tane şarkı varsa söyledim. O yetmedi istek şarkı aldım da milletin gözüne girdim.



LINE’dan ücretsiz internet!

Dünyanın önde gelen mobil platformu LINE, 50MB ücretsiz internet olanağı sağlayarak kullanıcılarının iletişim olanaklarını artırmalarına ve birbirleriyle dayanışmalarına katkıda bulunuyor.  Mesajlaşma, yüksek kalitede sesli ve görüntülü arama, sesli mesaj, fotoğraf ve lokasyon göndermeyi bir arada ve ücretsiz sunan LINE, kullanıcılarına 50 MB’lık interneti ücretsiz sunmakla kalmıyor, aynı zamanda  internet paketi kazananlara isterlerse bunu başkalarına hediye etme olanağı da yaratıyor.
Yalnızca LINE kullanıcılarına sunulan kampanyaya katılmak için çok basit ve eğlenceli bir yol bulunmuş:
Öncelikle telefonunuza LINE’ı indirmeniz gerekiyor: http://line.me/tr/download
1) Etkinlik haftası olan 26 Mayıs - 1 Haziran tarihleri arasında LINE arkadaşlarınıza en az 3 farklı günde mesaj, sticker ya da fotoğraf gönderin.
2) Mesaj gönderdiğiniz her gün için 1 puan kazanacaksınız.
3) 3 puanı topladığınızda, ücretsiz 50 MB internet sizin olacak!
Gerekli puana ulaştıktan sonra LINE Türkiye resmi hesabı tarafından iki hafta içerisinde bilgi mesajı alacaksınız. Mesajda belirtilen alana internet paketinin yüklenmesini istediğiniz telefon numarasını girmeniz yeterli. İnternet paketi giriş yaptığınız anda geçerli olacak ve 24 saat boyunca kullanılabilecek. Bilgi mesajının size ulaşabilmesi için LINE Türkiye resmi hesabını arkadaşınız olarak eklediğinize emin olun. Bunun için; LINE’ın ana menüsünde yer alan Diğer/Daha Fazlası > Resmi Hesaplar bölümünü kullanabilirsiniz.
50 MB’lık internet paketi, Turkcell abonesi numaralar tarafından kullanılabiliyor.  “Ama benim hattım Turkcell değil” diyorsanız üzülmeyin, bilgi mesajıyla birlikte gelen formu doldururken arkadaşlarınız ya da sevdiklerinizin numarasını girerek kazandığınız internet paketini onlara hediye edebilirsiniz.
Ücretsiz internet paketinize hemen sahip olmak için LINE yükleyin! http://line.me/tr/download
Bir boomads advertorial içeriğidir.



22 Mayıs 2014 Perşembe

Sus

Sustum...
Sadece sustum...
Göz göze geldik ve sustum...
Başımı önüme eğip sustum...
Gözlerimi kaçırdım, gözlerini kaçırdı sustum...
Hep sustum
Hep sustuk

( nokta )

19 Mayıs 2014 Pazartesi

19 mayis

Saffet Yenigun. Son zamanlarda hayranlikla takibinde oldugum Kemer Gozcu gazetesi yazi işleri ve Genel yayin yonetmeni.

19 mayis bugun. Ataturkun genclige armagan ettigi genclik ve spor bayrami. Aynı zamanda Atatürk'ü anma günü. Aslinda bir yazi yazmak istedim bugune, Yazip yazip sildim surekli. Duygularimin sonuna kadar tercuman olan bu yaziyi paylaşmak istedim ben de.

Bakamam gözlerine
Işıl ışıl masmavi gözlerine…

Kurduğun Cumhuriyet’in gençlerinden biri oldum…
Ama ne yaptım?
Çocuklarıma hatıranı bırakacak ne yaptım?
Tek tek kaldırıp atarlarken duvarlardan resimlerini ne diyebildim?
Yalakalık kokan siyasi koridorlarda önlerini ilikleyerek yerlere paspas olan dalkavuklara gülümsedim!
Ama birşey yapmadım!
Sustum binlercesi gibi…
Sustum milyonlarcası gibi…

Bakamam gözlerine…
Işıl ışıl masmavi gözlerine…

Nutkunu okuduğumuz kadar aktaramadık…
Seni daha iyi anlatamadık yeni nesle…
Sana karşı düşmanlaşan bir nesil yetişirken…
Biz kısılıp kaldık köşelerimize…
Tek yapabildiğimiz iki kelam…
Kahve köşelerinde iki söz…
Yada köşemizden iki devrik kelime kurmak oldu!
Bakamam gözlerine…
Işıl ışıl masmavi gözlerine…

Hakaretler yağdırıyorlar sana…
Hatırana sövüyorlar…
Küçük düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar…
Susuyoruz…
Bazen alıp ellerimize bayrağı sokaklara dökülsekte…
Tarihimize daha fazla sahip çıkmamız gerekirken sessiz çoğunluğun arasına katıyoruz bizlerde kendimizi…

“Ayyaş” dediler!
Sustuk!
“Dinsiz” dediler!
Sustuk!

Az kaldı…
“Atatürkçülük” suç sayılacak…
Sustuk!

Bakamam gözlerine…
Işıl ışıl masmavi gözlerine…

Biz seni putlaştırmakla suçlandık!
Haşa!
Sen, bizler gibi Allah’ın yarattığı kullardan biri idin…
Bu millet için çırpınan…

Bir milletin devlet kuran önderine bağlılığı nasıl suç sayılacaksa o suçla suçlanır olduk!
“Bunlar Atatürkçü” diye ayrıldık bir köşeye!

“Sıkıyı gördünüz mü? Hemen O’na sarılıyorunuz” dediler!
Evet!
Sana sarıldık!
Hep de sana sarılacağız…

Yinede;
Sayıca az değil sana sımsıkı sarılan gençlik…
Ayrıştırıldık belki diğerlerinden…

Ancak tüm meslek dallarında hala içlerinde senin açtığın yoldan yürümek adına herşeyi göze almış binlerce genç beyin var…
Sözlerini şiar edinmiş tertemiz pırıl pırıl yüzler var!

Seni sevmek ve anmak birgün suç sayılırsa
“Ben suçluyum” diye bağıracak binlerce insan var!

Bugün 19 Mayıs….
Atatürk’ü anma Gençlik ve Spor Bayramı…

Bugün Senin ve eserlerinin önünde saygı, sevgi ve minnet duyguları ile eğiliyoruz…

Bu his ve düşüncelerle hala Ata’sına sımsıkı bağlı olan vatandaşlarımızın; (hepimizi derinden etkileyen yüzlerce madencimizin yasını tuttuğumuz şu günlerde içlerimiz buruk bir şekilde) 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı en samimi duygularımla kutluyorum….

Sözün bitiği yer
“Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar… Mustafa Kemal Atatürk”

Saffet Yenigun

18 Mayıs 2014 Pazar

İNYAMİN BİD 1000 mg

Gunler o kadar sikici geciyor ki sana bunu anlatmak cok tariffsiz olur. Neden mi? Cunku Mayis ayindayiz, Hava surekli bi acilip kapaniyor, Cicekler desen acti ve etrafta arilar dolaşmaya başladi, Surekli elektrik kesintisi, firtina felan hep.

Kilodaydim bugun. Dun izinliydim de ayiptir soylemesi. Hem ayip falan degil valla izinliydim işte. İşten cikip Kilonun yanina gittim. Akşam film izleriz diyerekten bi tane hint filmi acti. Bollywood filmlerinden Amir Kahn oynuyo başrolde. Film nasil biliyo musun, Aksiyon yapacagim diye adam ipin uzerinde motorla geciyo. Ondan sonra polis arabalarinin uzerinden atliyo motorla. İlk sahnesinde banka binasinin uzerinden dikey bi şekilde koşarak gelirken ben direk " Ohaaaa adama bak nasil geliyo o oyle hile var ordaa" derken sirtindaki ipi gordum de hile olmadigini anladim. Ben zaten hep boyle ucmali kacmali filmlerde bi ip ararim. Sonra da diger sahnede unutulmaz hint danslarindan yapinca amerikanin aksiiyon tarzi filmi başka bi hava oldu. Hint fimlerini cok severim ben. Yeşilcam filmlerini de.

Uyumuşum ben. Kilo bana kahve yapip getirdi de pipetle icsem ancak o kadar kendime gelirim. Kahveyi yan yatarak nasil icilir gosterdim Kiloya. Bi de oyle bişey ki ben yatarken Cenin pozisyonunda yatiyormuşum onu farettim Kilo beni uyandirinca. Yatarken hep ayaklarimi uzatip yatiyorum uyaninca da hep cenin pozisyonundayim.Fethiyede halil diye bi arkadaşim vardi , inşallah arabasinin benzini karagoz mahallesinde sahili izlerken filan biter, yatarken hep sag bacagini oynatiyodu. Titrek derdik mesela biz ona. Sen ne dersen de tabi. İlac firmasinda ilac satiyodu. Simdi adini unuttum bi de googledan bakmaya da uşendim de sen de bulursan yaz bana işte onu. Ya da biliyosan işte.

İNYAMİN - BİD 1000 mg
Film Tablet

Kullanma talimati
Etkin madde : Her tablette mutluluk. 500 mg inyasilin ve 500 mg mutluluk asidi icerir.
Yardimci maddeler : 224 adet kemik, 10 kova  kan, 1 milyar tane kan hucresi, iki kol, iki bacak, iki goz, iki kulak, bir burun ve siyah sac.

Bu ilaci kullanmaya başlamadan once bu KULLANMA TALİMATİNİ dikkatlice okuyunuz, cunku sizin icin onemli bilgiler icermektedir.
• Bu kullanma talimatini saklayiniz. Daha sonra tekrar okumaya ihtiyac duyabilirsiniz.
• Eger ilave sorulariniz olursa, lutfen insanyavrusuna veya ilaci aldiginiz kişiye danişiniz
• Bu ilac kişisel olarak sizin icin recete edilmiştir, başkalarina vermeyiniz.
• Bu ilacin kullanimi sirasinda, arkadaşlarinizla veya ailenizle olan diyaloglarinizda bu ilaci kullandiginizi soyleyiniz.
•Bu talimatta yazanlara aynen uyunuz. İlac hakkinda size onerilen dozun dişinda yuksek veya duşuk doz almayiniz.

Bu kullanma talimatinda :
1. İnyamin nedir ve ne icin kullanilir?
2. İnyamin'i kullanmadan once dikkat edilmesi gerekenler
3. İnyamin nasil kullanilir?
Başliklari yer almaktadir.

1. İNYAMİN nedir ve ne icin kullanilir?
İNYAMİN, geniş spekturumlu kotu etkilere ve kotu olabilecek herşeye karşi antibakteriyel bir ilactir.
İNYAMİN, ince uzun boylu, 180 boyunda 72 kilo agirliginda 28 yaşinda sag alt kolunun altinda ameliyat yarasi olan homojen gorunumsuz bir ilactir. Her karton kutu 10, 14 ve 20 adet icermektedir.

İNYAMİN, aşagidaki durumlarda İNYAMİN'e duyarli duygularin neden oldugu duygusal enfeksiyonlarin kisa sureli tedavisinde endikedir:
• Tekrarlayan mutsuzluk enfeksiyonlari
• Kronik Aglama nobetleri ve gozyaşi alevlenme enfeksiyonlari
• Durma, duşunme, pat diye ortada kalma enfeksiyonlari
• Yaralanmalarda oluşan aglama ve uzuntu enfeksiyonlari

2. İNYAMİN'i kullanmadan once dikkat edilmesi gerekenler.

İNYAMİN'İ aşagidaki durumlarda KULLANMAYİNİZ

• İşte o şimdilik yok.

İNYAMİN'i aşagidaki durumlarda DİKKATLİ KULLANİNİZ

• Eger gecmişte formaldehit iceren ilaclar kullandiysaniz mutlaka inyayi bilgilendiriniz.
• eger mutsuz olmama gibi bi korkunuz varsa kullaniniz. Zararsizdir.
• İNYAMİN'i inya tavsiye ettigi surece kullaniniz. Uzun sureli kullanma aptalliga yol acar.

İNYAMİN'in yiyecek ve icecek ile kullanilmasi

İNYAMİN her gun yemekten once alinmalidir.

Hamilelik
İlaci kullanmadan once inyaya danişiniz.
İnya tarafindan gerekli gorulmedigi surece gebelik esnasinda kullanmayiniz. Tedaviniz sirasinda hamile oldugunuzu farkederseniz hemen inyaya danişiniz.

Emzirme
İNYAMİN'in iki etkin maddesi de anne sutune gecer. Dolayisiyla emzirilen bebeklerde mutluluk ve heyecan olacaktir. İnya emzirme doneminde inyasilin asitin sizin icin dogru bir tercih olup olmadigi konusunda karar verecektir.

Arac ve makine kullanimi
İNYAMİN alerjik reaksiyonlar, Sacmalama gibi gereksiz etkilere yol acabilir. Bu etkiler gecene kadar arac ve makine kullanmayiniz.
İNYAMİN'in iceriginde bulunan bazi yardimci maddeler hakkinda onemli bilgiler
İcerigindeki kan hucreleri, heyecan benzeri semptomlara neden olabilen maddedir. Ancak dozu nedeniyle herhangi bir uyari gerekmemektedir.

Diger ilaclarla birlikte kullanimi
• İNYAMİN ile birlikte vitamin hapi aliyorsaniz devam edebilirsiniz.
• Satanist eylemleriniz varsa gunde alti tablet almaniz gerekebilir
• İNYAMİN'le birlikte mutsuzlugu onlemeye yardim eden ilaclar aliyorsaniz fazladan mutluluk testi yapmaniz gerekebilir.
eger receteli ya da recetesiz herhangi bir ilaci şu anda kullaniyorsaniz veya son zamanlarda kullandiniz ise lutfen inyaya bunlar hakkinda bilgi veriniz.

3. İNYAMİN nasil kullanilir?
• Uygun kullanim ve doz uygulama sikligi icin talimaqtlar :
Yetişkinler ve 12 yaş uzeri cocuklar icin;
Hafif ve orta şiddetli enfeksiyonlar : Gunde iki kez 1000 mg tablet
Şiddetli enfeksiyonlar icin : Gunde iki kez 1 g tablet.

Uygulama yolu ve metedu :
Tabletler cignenmeden goz hizasinda tutulur. Ve surekli olarak insanyavrusu.com da gezinti yapilir. Eger gerekirse yazilarin once başi sonra sonu okunabilir. Algilama guclugu rahatsizliklarini en aza indirgemek icin uc kere okunur.

Degişik yaş gruplari :
• Cocuklarda kullanimi : İNYAMİN'in tablet formlari 12 yaş ve alti cocuklar icin uygun degildir. Bu cocuklar buyuklerinden yardim alarak İNYAMİN kullanmalidir.
• Yaşlilarda kullanimi : Veri bulunmamaktadir.

Sendrom sonu
Hayat, biz gelecek için planlar kurduğumuz sırada başımızdan geçen olayların kendisidir.  Ertelenen hayallere sattığımız an’lardan oluşur genellikle. Yaşadığımız an’ın çoğu kere farkında olmayız da hep gelecek için kurduğumuz hayallere hazırlık yapar dururuz. Hayal ettiğimiz yaşamı kurgularız her zaman.  Her geçen gün o yaşamı elde etmek için çalışıp, çabalarız. Bu koşturmaca içindeyken çevremizde olup, biten hiçbir şeyin farkında olamayız. Çünkü yaşadığımız an’dan kopuk hep ileri bir tarihe programlanmış bir makine gibi olmaya başlarız.
Etrafımızdaki insanları ihmal etmeye hatta bazen kırmaya başlarız. Sevdiklerimizi üzer, incitir ve bir zaman sonra hep yarına ertelediğimiz hayaller gibi onlarda biz farkında olmadan giderek solmaya başlarlar.

Çok geç anlarız sevdiklerimizin solmaya başladıklarını ve geç kalırız.
Ulaşmayı hayal ettiğimiz hayat’ı da elde edemeyiz. Çünkü Her defasında yeni bir şeyler eklenir ve hayat kendini sürekli olarak güncellerken biz onun hızına yetişemeyeceğimizi sadece geç kaldığımız gün anlamaya başlarız.
Ve arkamızı döndüğümüzde ise vakit çoktan geçip, gitmiştir.
Hiçbir şeyin eskisi gibi kalmadığını anlarız. Ne sevdiklerimizin ne de isteklerimizin.
Hayatın bundan sonraki evresinde keşkeler dökülmeye başlar dudaklardan ve o keşkelerle birlikte gelen pişmanlıklar ortaya çıkar.
Kaçırdığımız mutluluklar, güzellikler ve sevinçler geride kalmıştır.
Oysa ki hayat an’lardan ibarettir.

Yaşadığın an’dır hayat…

Konuyla ilgili olarak ünlü iran şairi Ömer Hayyam'ın çok sevdiğim bir rubaisi vardır;
"Geçmiş günü beyhude yere yâd etme,
Bir gelmemiş an için de feryat etme.
Geçmiş gelecek masal bunlar hep.
Eğlenmene bak ömrünü berbat etme."

Sevgili dostlar, mutluluk varılacak bir yer değildir, yolculuğun kendisidir. Ve o yolculuk içinde yaşadığınız an’ların farkında olmaktır.
Bazen gelecek için yaptığımız hazırlıklar bizi o kadar çok yorar ki o hayal ettiğimiz sonu bile yaşamaktan alıkoyabiliyor. Hem ne bilebilirsiniz ki belki kaybetmeye razı olduğumuz o an’ları bir daha görme fırsatımız bile olmadan göçer gideriz bu dünya’dan

15 Mayıs 2014 Perşembe

Sendrom

Girdiğim 30 yaş sendromundan ne zaman çıkarım bilmiyorum. Çıkmak için neler yapıyorum ya da neler yapılır onuda bilmiyorum. Bildiğim tek şey 30 yaş sendromuna girdiğim ve üstüme üstüme gelen bi çok olayın sanki dünyanın en zor şeyiymiş gibi olması. 30 yaşında olmak bilgelik ister, kaşarlanmış olmak ister, 90ların çocuğu olduğu için lulu, pokemon, digimon, he-man, she-ra tom ve jerry, şirinlerin nereden geldiğini bilmek ister. Süperman, kedi kadın, batman , tommiks bilecek yaşta olmak ister. 30 yaşında olmak bunu gösterir. Ama diğer yandan bakınca milenyum sübyanları bunlardan bihaber. En azından she-rayı he-mani bilmez onları. Belki luluyuda. Hem ne var bende uzaylı zekiyeyi bilmezdim.

28 yaşımın verdiği sorumluluk yeterince zor zaten. Bi de 29 ve 30la uğraşıcam. Sezai benden 4 yaş büyük. Ve hep dört yaş büyük kalıcak. Ablam desen benim neredeyse iki katım yaşında. Ve hep öyle kalacak. Anne ve baba da aynı. Üç kat büyükler benden hhep. Sanırım iş çığırından çıkmadan kendime farklı şeyler bulmalıyım. Biraz kitabı azaltabilirim belki kendime zaman ayırmak için, sonra çeşitli etkinliklere katılırım, seminerler, organizasyonlar, partiler, beach partiler evet, resim kursuna mı gitsem, yoksa çiçek mi sulasam Kilonun evinde var, Ağaçta dikebilirim Elemanın restaurantı buna müsait, Temaya başvurmalıyım, zaman makinesi yapma konusunda henüz bilgi sahibi değilim, uzayı yıldızları izlesem teleskopla, ya da dürbünle rontgencilik, bu hoş karşılanmaz ama güzel bi etkinlik, en azından aksiyon olur.

Kilolarımla başım dertte zaten. Sırf kilo alayım adına yaptığım hiçbirşey işe yaramadı. Bi arkadaşım koyun taşağı ye dedi de, ben koyun taşağı yerine koç taşağı yedim. İnceyi aldın sen. Adonislerim çıkmasın ona da razıyım. Zaten  pek sevmem kendisini. Ama biraz göğüs kasım olsun sonra azcıkta karpuz göbeim olsun bişey istemem. Milletin dediğine bakarsam bunlarda 40lı yaşlarda olacakmış. Lan Elemana bakıyorum hayvan gibi üstelik benden 1 yaş küçük. Kuzenime bakıyorum Hayvanlık boyutunu çoktan aşmış. Aramızda dört yaş var. Kendime bakıyorum ayna karşısında gördüğüm şey hakkında düşündüğüm tek şey  " Ayy şuna bak yaa paspal sen de, vitaminsiz yaratık, sen insan mısın yaaa, nası bi çeşitsin sen, gözler desen içe çekilmiş geceleri dışarıda gezen sağa sola sataşan sarhoş serseriler gibi, göt desen bi avuç, eller almış başını gidiyo, dudaklar desen silikon takviyesi yapılmış bill clinton. Göğüsteki kıl sayısı bacağımdaki kıl sayısından az, git bi insan olda gel sen" diyorum. Kilo dedim ya aldı beni bi kriz yine. Lan çok zayıfım allah benim belamı bence böyle veriyo. Öyle böyle değil ama insanlara kendimi insan diye kakalıyorum. Halbuki meşe kerestesinden başka bişey değilim. İğrenç yaratık sende. Tökezleyen kereste hep.

Sezai iyileşiyor. 20 gün sonra filan taburcu olacak. Planlar yapmalıyım. Harıl harıl hem de. Şimdi bu hastahaneden çıkınca rahat bir ay falan çalışamaz dışarı çıkamaz. O yüzden temmuz için plan yapmalıyım. Bak mesela o da hastahanedeyken çok kilo verdi. Ama o hemen alıyo, fazlasıyla hem de! Bi de bana bak, yürüyen kemik bileşimi.!

Arkadaşım facebooktan bi fotoğrafa etiketlemiş beni. Bodrumda restaurant açmış bildiğin nispet yapıyo. Acaip çıldırdım. Yahu diyorum kaç yaşına geldin açsana sen de şöyle bişey, ama nerdeee, Otel açıcam ben acenta açıcam ben diye diye yılladır kafanı siktin durdun. Bendeki kafayla zaten bırak bar , otel acenta açmayı  Bakkal bile açılmaz. Onu geçtim  pazarda yumurta satmaya kalksam yumurtaları satarken bile civciv çıkarda , çürük yumurta diye yarı fiyatına satarım. Bi kaçını da kedi kapar kaçar. Ha restaurantı açan arkadaşım da 33 yaşında. Ulan inya 5  senen var. Ne yap et restaurant mı açıyosun, bar mı açıyosun, otel mi işletiyosun müdür mü oluyosun ne oluyosan ol. Yoksa çekilmez bi hayatın olacak. Böyle ağzı yüzü düşmüş çıt kırıldım ibneler gibi kırıta kırıta geçireceksin hayatını ona göre.

Küfür etmek yok, Ukalalık yapmak yok, vur kafasına al ekmeğini insanı olmak yok, sigara artık yok, alkol desen uzun süredir yok, facebookta aşklı böcüklü paylaşımlar zaten yok, hatta ergence sevgiliye laf sokmalarda yok, her bokun fotoğrafını çekip facebooka twittera koymakta yok...

Haberleri de izlemiyorum zaten. Somadaki acı kayıplar, çocukların gözyaşları, anne babaların feryatları. Bunalrı gördükçe bi tuhaf oluyorum. Haber yapanlar sürekli abartıyorlar. 90ların yansız ve yasaksız medyası 2000lerin başka bişey olmuş durumda. İşte ne zaman geleceği belli olmuyor diyorum sürekli. Geç olmadan güç olmadan istediğini yaşamalı insan. Kayıtsız kalamıyor insanç Kalmamalı da. Kimbilir daha 40ını görememiş ne kadar  can vardır orda.

Haberleri okurken reklam tarafında "Ölüm tarihini öğren" yazıyodu. Ecelimle gelen ölüm tarihimi elbette. 11.11.2037 diyor tarihte. Yani 52 yaşında ben kaçar. Böylece yaş emekliliği için hayallerim suya düşüyor. Daha 54ümü bile göremeden, emekliliğime 13 sene kalmışken güle güle sana hayat. Hoş ölmekten hiç korkmuyorum da  korktuğum şey acı çekmek. Acı çekmeden de bişey olmuyo ki. Dişçiye gülerek giden ben ağlayarak acı çekip çıkacak olan yine ben. Yanlış dişi çekmese bari diye düşünüp diş hastahanesine gittim. Heyecanlı bekleyişimin ardından beklediğim diş çekme eylemi olmadı. Şişlik varmışta daha, çekmeye gönlü razı olmamışmış doktorun. Aman sende çekmezsen çekme. Bi antibiyotik bi de apseyi yok edecek ilaç yazdı e reçeteyi verdi elime eczaneye. Ha bu da çok pratik bi olay yaaa. Kodunu veriyosun eczaneye sana ilaçlarını veriyo. süper yani. Teknoloji işte.

Dişçiden sonra Şaşiyle buluştum. Şaşi diyorum çünkü gerçekten şaşkolozun teki çocuk. Ama iyi birisi. Neyse gittik biz bunla kahvaltı yapmaya. Bi tane restauranta. Kahvaltımız geldi oturduk konuşuyoruz. Bu arada kendisi 24 yaşında. Ve yaklaşık olarak büssürü de borcu filan var. Ama takmıyo pek. Havai takılıyo biraz. Onun 30a daha 6 senesi var ama hayallerinin arasında bi tutam bişey bulamadım. İşe yarar hiçbirşey yok. Tek amacı ingiltereye gitmekti geçen sene. O da ingilteredeki adamlar bbunu dolandırınca pek inandırıcılığı da kalmadı hayallerinin. Kahvaltıyı yapıp kalktık. O arada  Bloggerdan bi arkadaşımla whatssapptan konuşuyorum. Ona wapi diyeceğim. Şimdilik böyle kalsın da sonra izin verirse açıklarım belki. Kitap tavsiyesi aldım ondan. Gittim bi güzel kitapları aldım. inceledim filan. Ama nasıl haldır haldır inceliyorum yok böyle bişey resmen kitapları okudum. Ha birini de yarın ahuya göndercem. Orda bulması zor oluyomuş. Bi yorumunda görmüştüm türkiyeden kitap istiyorum diye ben de onun için aldım aslında. Hoşuma gitti hediye olur hem ona.

Sonra biliyo musun wapiyle ben bildiğin dedikodu yaptık bugün. İkimizinde ortak yorumcusu ve benim hayranlıkla izlediğim ve sürekli yorum bıraktığım ve wapinin bloguna bu aralar hiç yorum bırakmayan birisi hakkında konuştuk. Ama nasıl yaa bi bilsen, o işyerinden yazıyo bense oturduğum yerde onun hakkında konuşuyoruz. İşte ben de bana yorum yapmamasından filan bugün söz ettim wapiye.

Önemli dedim. değil dedim. benim dedim.için dedim. Ben dedim. Kesinlikle dedim. Kendimi dedim. Rahatlatmak dedim. İçin dedim. yazıyorum dedim. Yorum dedim. çok dedim. önemli dedim. değil dedim. Ben dedim. sevdiğim dedim. blogları dedim. bloggerları dedim. adresleri dedim. aklımda dedim. tutarım dedim. Deeptone, şeyma, birgaripşeyma , titania, sessizgemi, ahu, mavi, elsa, zompir, dondurma delisi, anarşi, handan, pink timber, pehito, hayaterkeği, poly, safransarı, uyuşuk, zeritte, bi de ismini vermek istemediğim ama şu an gizli kalmasını istediğim birisi, bunların dışında aklımda bir sürü blogger var. Hepsini hergün ziyaret ederim. hepsine bakarım. hepsini severim. hepsinin ayrı bi güzelliği ayrı bi ahengi var kesinlikle.

Sonra sen tut. Biz bunun dedikodusunu yaptık ya tesadüf işte. Dört postuma git yorum yap. O anki heyecanı görmelisin ama. Nasıl sevindim yaa...

Elamanın yanına gittim. Eleman bi ev daha almak için elinde poşetle yanıma geldi " Bak bak " dedi. ne olduğunu anlamadım ama "Para olm bu, para. Ev almaya gidiyorum şimdi" dedi ve gitti. yarım saat sonra geldiğinde bendeki kıskançlığı, 30 yaşına yaklaşmış olmayı ve o anda ne kadar kötü olduğumu bi düşün. O kadar çok kıskandım ki. Anlatamam. Tarifsiz. Anlatılmaz yaşanır.

Bi de benim gizli bi hayranım varmış. Mavi söyledi bugün. Mavinin ablası hep gizliden gizliye okuyomuş beni. ay akrostiş şiir yazasım geldi haaa..

A gelir ilk harf olarak
R sonlara doğru P'den sonra gelir
Z son harftir alfabedeki
U ise sondan beşinci harftir Türkçede.

kafiyesiz oldu ama beğenir dimi?
bence beğenir yaaa.
Beğenmese bile emeğe saygı lütfen ama.Benim şiir anlayışım bu valla. :)

Bi de selam Arzu abla nasılsın?
Mavinin ablası Arzu.

Sen yorum yapmasan da olur ama Arzu abla sen yap ama olur mu?

Ya bi de bişey dicem hadi bi mimde benden olsun 30 yaşını geçenler 30 yaşından sonra neler olduğunu, 30 yaşını geçemeyenlerde 30 yaşına gelmeden önceki hayallerini anlatsınlar ya. Bu sendromdan çıkmak bi an önce kurtulmak istiyorum da.

Mavi sen yap, ahu sen de yap, özlem sen de müsaitsen yap, anarşi özlem sen de yaparsın dimi?, zeritte sen de yap, şeyma sende yapsana, deep sen olmadan olmaz. zompir yaa senden de bekliyorum, Pehito da yapar heralde. Handan kusura bakma ama senden daha çok bekliyorum heralde, Nihal sende yapsana :)

SOMA

Türkiye 19 yıldır masada duran, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 176 numaralı "Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi"ni imzalasın ve karar TBMM tarafından onaylansın.


Soma'da yaşananların son olması, bir daha hiçbir madende böyle faciaların yaşanmaması için Türkiye'nin "Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi" şart.
Bianet'ten Elif Akgül'ün haberinde verdiği detaylara göre, sözleşme maden işletmesi sahiplerine ve hükümetlere önemli sorumluluklar getiriyor.
1995 tarihli sözleşmeyi 26 ülke imzaladı. 4 Haziran 2014'te Fas’ta, 19 Temmuz 2014'te de Rusya’da yürürlüğe girecek olan sözleşmeyi ise Türkiye imzalamıyor.


17 Mayıs 2010’da 30 maden işçisinin öldüğü Zonguldak’taki patlamanın ardından Türkiye ILO 176’yı yeniden gündemine almış ancak imzalamamıştı.
Sözleşmede neler var?
* Sözleşmeyle işverenler kazaları önlemek için her türlü önlemi alma, işçileri bilgilendirme ve eğitme yükümlülüğü altında.
* İşverenler riski kaynağında bertaraf etmek, güvenli çalışma sistemleri tasarlamak, kaza riskleriyle ilgili işçileri bilgilendirmek ve kaza olduğunda gerekli tıbbi yardıma ulaşmalarını sağlamak zorunda.
* İşverenler sözleşmeyle kaza sonrasındaki sağlık ve kurtarma etkinliklerinin kalitesinden de sorumlu hala getiriliyor.
* Sözleşme, hükümetlereyse teknik kılavuzların hazırlanması, denetimlerin düzenlenmesi, denetimlere ilişkin gerekli yasal düzenlemelerin sağlaması ve kazaların etkili soruşturulması gibi yükümlülükler getiriyor.
* İşçilerin ve temsilcilerininse kazaları, riskli durumları bildirmek, güvenlik ve sağlıklarına ilişkin koşullara dair bilgi edinmek, güvenlik ve sağlık önlemlerinin karar süreçlerine katılmak gibi hakları ve yükümlülükleri var.
Sözleşmeyi imzalayan ülkeler şunlar:
Arnavutluk, Ermenistan, Avusturya, Belçika, Bosna Hersek, Botsvana, Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Almanya, İrlanda, Lübnan, Lüksemburg, Norveç, Peru, Filipinler, Polonya, Portekiz, Slovakya, Güney Afrika, İspanya, İsveç, Ukrayna, ABD, Zambiya, Zimbabve (EA)
NOT: Kampanyayı imzaladıktan sonra Facebook ve Twitter' arkadaşlarına paylaşarak daha çok kişinin destek olmasını sağlayabilirsin.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

30 - 40

İyi bir kariyer sahibi insanin olmasi gerekenlerin başinda elbette oncelikli bir ozguven geliyor ki vay başima gelenler. Turizm insani olmak cok zor. Aslinda yaptigin meslek cok zevkli, zevkli olmasina zevklide işte... Arkada firca ye on tarafta misafirle kakara kikiri. Yobaz bir anlayiş dimi.

Bir kiş gunu istanbulun yedi tepesinden birinde bulunan evimde mahsur kaldim.
Dur ya boyle soyleyince istanbulda dagda yaşiyorum gibi bi hava sezdim.
Bak şimdi şekerim şarkilara da konu olan istanbul Yedi tepeli bir şehirdir. Roma da oyledir ama konuya nerden girdi bilemedim şimdi.
Bu tepelerden birisi etiler digeri de Kayişdagi guncel adiyla Ataşehir yanöööö... Digerleri aklima gelmedi, ama sen istersen internetten bak.

Konu aslinda bir kiyaslama olacak. Cunku elimde ne var ne yok diye bugun baya baya duşundum durdum. Kendi almiş oldugum ufak tefek elektronik malzemelerden başka bi bokum yok onu gordum. Daha 10 sene oncesinde yani 18 yaşimdyken ben neleri hayal etmiştim halbuki. Astronot olup o gezegen senin bu gezegen benim saga sola gidip duracaktim. Uzaylilarla sohbet bile edip taaa ABD de uzaylilarla ilk kez sohbet edebilen insan unvanina sahip olacakken oldugum yer pekte ic acici degil. Haa meslegini sevmiyor gibi gorunebilirim belki ama seviyorum. Hem de cok... İnsanlar benim dediklerimi pireden deveye cevirmede de ustlerine yok. Gecen ay daha yeni işe başladigim gunlerde mudur yardimcisi solakmiş. Bana sen Saglaksin demek isterken o kadar dikkatli soyledi ki.. Obsesif olup gitmek istedim ordan.

Ama şimdi ise. Dişarida gorsem suratina bakmam meymenetsizin. Aşiri ukala. Baya bi ukala. Tamam kabul ediyorum ben de ukalayim ama etrafimda benden başka bir ukala gorunce kendi ukalaligimi birakip aptala bagliyorum.

28 yaşindayim yavaş yavaş 30 oluyorum hatta şu an bunu yazarken cok agir agir 30 oluyorum. cunku ben iki senedir 28 yaşindayim. kanit basit aslinda 09.12.1985 tarihinden gun hesabina gore hala 27 yim yil hesabina gore ise 28. Resmi kayitlarda yil hesabi yaptigi icin 28im. Ama şu anda bunu duşunecek durumda dwgilim. 30 yaş bubalimina erken girmiş birisi olarak cevremde Erken Antropoz gostergesi olmasi beni amacsiz kiliyor.

Bi kere belli bir adresim yok. Hep bi gocebeyim. Bana kotu olan insanlarin hepsinin evi var. Arabasi var. Bagi bahcesi var. Bi de bana bak. Sifira sifir elde var sifir. Otirdum ben de 30 ve 40 yaş arasinda yapmam gerekenleri ve sahip olmam gerekenleri yazdim. Liste baya bi uzun.

- Ev al
- Araba al
- Arabadan once araba ehliyeti al
- En az 10 ulke dha gez dolaş
- Sezai ile planlar yap
- Cevrene saygin kişileri ekle
- İyimser olmaktan vazgecmeye caliş. Sonra boku cikiyo
- Guneyin yanina uc beş hayvan daha al
- Sen en iyisi bahceli bi ev al, Guney orada koşar.
- Bahceli evi aldiktan sonra Guneyi annenlerden al.
- Kefen parani hazirda tut.
- Aile mezarligindan mezarini yaptir. Sonra kimsesiz cocuklara bagişla.
- Vasiyetini hazirla. Notere imzalat.
- Eger normal bi şekilde ecelim gelipte yatakta sirt ustu yatarken " Beni cagiriyorlar gitmeliyim şimdi " demeden once Bilgisayarimdaki porno arşivini sil.
- 30 - 40 yaşlari arasinda hep elma ye. Vucudu diri tutarmiş..
- En az 1400 kitap daha oku. ( abarti degil )
- Bi an once yemek yapmayi da ogren.

ve daha bunlar gibi bi ton istek. Bi ton yapilmasi gerekenler listesi hazirladim kendime.  De işte artik ne kadar yapabilirsem. Ayrintilariyla şu anda onumde bekliyor. Keşke şu anda karşimda olsaydin da sana detayli sozlu olarak anlatabilseydim bunlari. Hayallerim hic bitmiyo da , malzeme fiyasko olunca gerisi zaten...

Facedeki arkadaş dedigim insan tipleri de var. Bi tane askerden arkadaşim Kanka ayagina ona kiz yapcakmişim tobe yaa... Bu muhabbetle gelenleri once bi kufur ediyorum yetmiyo aşagiliyorum. Yetmiyo Siktiri basip siliyorum. Abi o kadar midem bulaniyor ki bu tip kişilerden. Daha soylari tulenmediyse de bi zahmet tukensin. Zaten arkadaş arkadaşin pezevengidir lafini ortaya atani elime bi gecirsem gerisi benden gelicekte işte...Bi keresinde kizin birisi bana fake hesabindan guzel ve sexy fotolariyla mesaj cekmiş cagri atman yeter ben seni ararim diye. Ben de bunun numarasini bizim abazalardan birine verdim cocuk aradida erkek cikti karşisindaki. Bi daha olsun diye dua etmeye başladim resmen. Tanrim nasil bi hale duştum ben.

Eleman 27 yaşinda Kilo 29 yaşinda. Elemanin iki evi Dort motoru ve bir restauranti var, Kilo ise Mudur oldu, ve bir evi var. Bi de bana bak... Terbiyesiz, agzi bozuk, akşama kadar boş boş duşunen suzmeyim. Gerci boş boş da degil haa... İnsanlik adina duşunuyorum bi kere. Yani akdenizin ortasinda İstanbul buyuklugunde bi adanin sahibi olmak gibi hep işte. Eleman evlenmek istiyo kiz bulamiyoruz ona, Kilo evlenmek istemiyo henuz ama kizlar hep etrafinda geziyo. Karizma desen ikisinde de bende olmadigi kadar var. Para desen ona da okey diyoruz. İlişki yaşama kurali bu da tamam. Ama gel gor ki İkisinin de ortak kurali evlenmek. Ben de aynisi mi olucam diye duşunmeden edemiyorum. Evimi arabami alip eee sirada evlilik mi var diyecegim. Bunu duşunmem lazim. Hem de baya baya. Evlenmek bana cok uzak hatta cok uc bi kelime.

İdolum dedigim kişilere bakiyorum. Hepsi bi kariyer sahibi bi yerlere gelmiş insanlar. Sana sumugunu bile atacak kadar tenezzul edecek insanlar degil. Ama karşisina gecip konuşmaya caliştiginda surekli bi ezilip buzuluyosun. Sonra hep derler ki ozguven de ozguven. Yapacagim işte kesinlikle ozguvenim tam. Burasi bi gercek. Salak degilim. 6 senedir bu sektordeyim ve gormedigim şey neredeyse kalmadi. Universite arkadaşlarimin cogu sektoru birakti. Bizim siniftan benle beraber bi iki kişi. Kalanlarin hepsi Turkiye turunu tamamlayip kokartli rehber oldular. Ohhh be guzel valla. Hoş onlarin işi de zor da bi eglenceli tarafindan bakmak lazim olaya. Kilo beni bi yere onerdigi zaman abi al sana zehir gibi adam. Piyasada bundan zor bulunur diye oneri sundugunda benim gotumdeki tavan olayini gormeliydin. Yok ama boyle bişey. Bi ego manyagi olmadigim kalmişti o da oldu.

Ama sonra ne oldu. Ben dedim, sezonu dedim, burda dedim, kapaticam dedim. Kimse dedim, beni dedim, burdan dedim, cekemez dedim. Hep dedim... İnadim inat. Bu sansizligimi burada kiracagim başka bişey yok.

23 yaşimda hava hostu olacagim ben diye tutturdum. Annem bana yalvar yakar onun istedigi yere yani THY ye gitmemi istedi. Ben de onur airi seviyodum. sonra sonra anladim cikan yer ayniymiş. Neyse işte host olmak icin gereken şartlarin %90 i varmiş bende. İngilizce italyanca desen tamamdir. Bi de almanca katarim araya olur dedim. O kadar cok şey istiyorlar ki yakişikli olmasan bile host olmak istesen senin yuzunun ifadesini cok degiştiriyorlar verilen egitimde. Bu şey gibi, Ciguli gibi gir corc kuluni gibi cik. Tabi saclar siyah. Boyum yeterli kilom yeterli sagimda solumda yara bere yok, universite mezunu olmama ramak var, e daha ne olsun işte. Secildim ikinci mulakata girdim ondanda gectim. Sonra vazgectim. Hoş şimdi kuzenim Hostes oldu hollandadaki. Ben host olmak istemiyorum ki dedim kendi kendime. Annem baya bi kizmişti bana o zamanlar da işte asi ruhum filan. Birisi bana yapilacak normal bi.şey dese o zamanlar ben hemen tersini yapiyodum onun. Ki bazen hala oyleyim galiba.

Şimdi farkettim de Kefen parasi filan yazmişim kendime yapilacaklar listesinde. Ben kendimi yaktirmayi duşunuyorum. Meşe odunlarinin arasinda cayir cayir. Tabi bedenim yine calişan organim kalirsa filan alsinlar ama kalanlari yaksinlar. Bunu vasiyetime eklemeliyim hemen.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Diş ve anne

Alanyaya geldim de hayatımda ben istemeden oluşan atraksiyon bolluğuna hayranım. Geldim yattım normal bi şekilde. Çünkü yorgunluk hissi çok berbat bi duygu. Uyandığımda bi ağrı... Aslında ağrı da değil, ağzına erik koymuşta millete dişi dişmiş gibi numara yapıyormuş görünümü...

Haliyle panik yapıp "Yuh amk." dedim ve taksiye atlayıp hemen en acilinden diş hastahanesine gittim. Doktor "yine mi sen, ne işin var senin" diye söylenetecekti ki "aaa ne oldu senin dişine" diyerek muayeneye başladı. Doktor kadın bu arada. "Sana iki seçenek sunuyorum. İğne mi istersin yoksa hap mı vereyim" diye sorunca "hiii ipne verin bana çok hoşuma gider" dediğimde kaldığım yerin dağbaşı olduğunu hatırlamam tamamen ben hastahaneden çıkıp ilaçları alıp hatta bir iğne yaptırıp işimi bitirdikten sonra aklıma geldi. Garip...  Dişteki iltihaplar zamanla ilgilenilmezse önce beyni sonra gözü ve kulağı etkiliyormuş. Gerizekalı olmama az var yani. Ya tamam biliyorum gerizekalıyım, bunu yüzüme vurma ama daha düşüğüde olabilirmiş. Moronluk gibi... Ay töbe bismillah yaa... Kafa gidik... Kaput yani... ( Bkz. deeptone - kafa kaput )

Suratımda oluşan bu şişlikle iki gündür bedeleniyorum. Dişlerim konusunda sürekli bi ilgili olduğum için antibiyotiğinden tutta en gereksiz ağrı kesicilere kadar ne var ne yok prospektüslerini okuyan bi insanım. Diş macunu alırken bile dikkatle seçip eczacıyla iki saat diş macunu hakkında konuşmuş yegane insanlardan biriyim ben heheyyy. Ordan bakınca sana diş öacunu bu hepsi standart özelliğe sahip zaten ki diyebilirsin belki ama o öyle değil işte. Dişlerimizin sodyum florüre ihtiyacı varmışmışmış. Ama doktorumun söyledğine göre de benim dişlerimin yokmuş. Zamanında yediğim ıspanaklardan filan depolamışım baya bi. Ot yemeyi çok severim de. Kişnişin zamanında büyüyememiş bodur maydanoz olduğunu düşünen bi insanım ben. Gerisini sen düşün yorma beni.

Gece gece bunları yapıp sabah kalktığımda ise suratımda hiçbir değişikliğin olmadığını gördüm. Aynı taş ve aynı hamam. Tamam biraz moralim de bozuk olabilirdi ama bu diş sorunlarına neden olanın başında Streste varmış. Bak işte o benden hiç eksik olmuyor. Hep bi stresin ortasındayım. Ne zaman dişim ağrısa hep bi stressel durum var.

Ahuya kart attım. Kartları beğenirde üzerine yazdıklarım çok saçma bişey oldukları için bana küfretmeyeceği için duaya da başladım. Tutar heralde. O kadar stres yapıyorum sevgili evren bunu bana reva görme lütfen. Dua mı da bi zahmet kabul et. Bi de bi daha öyle saçma şeyler yazdırma bana. Mektup yazdır bana bundan sonra. Ne dedin anlamadım? Haa tamam ben de onu diyecektim zaten.

Anneler günü

Annemi aradım bu sabah. Düşümdüm durdum. Lan inya sen anneni rahat bi 4 aydır aramıyorsun ara artık şu kadını dedim kendi kendime ve aradım. Uyuyormuş hatun.

- Anneler günün kutlu olsun.
- Saol seninde kutlu olsun
- Anne ben anne değilim. Zaten tabiatım gereği de olamam. Ama ileride şu erkeklerin doğurma şeyini ilerletirlerse isviçreli bilimadamları o zaman bakarız.

Güldü sadece. Ben son derece ciddiydim ama.

- Nasılsın neler yapıyorsun?
- İyiyim hastahaneden çıktım şimdi. İğne yaptırdım.
- Ne iğnesi hayırdır.
- Hiç yaa dişim apse yaptı, o da iltihaba döndü, doktorda iğne yazdı.
- Saçmalama oğlum dişinden iğne mi olunurmuş.
- Anne dişimden değil zaten, kıçımdan oluyorum.
- Nazik ol biraz.
- Nasıl yani? Götüm mü deseydim. Ağrıyo zaten iğne yaptırdığım yer de.
- Kalça de, kaba et de, popo de...
- Amaaaan göt kıç işte banane. Neyse tekrar kutlu olsun anneler günün kapatmalıyım.

Sonra yavrusu olan arkadaşlarımıa aradım. Anneler gününü kutladım... Yavrusuzları da aradım onlarınkini de gelecekteki anneler gününü kutladım. Sonra ülke sınırlarını aşıp İtalya, Almanya , Brezilya ve ABD yi aradım. onlarınkini de kutladım. Dert oldu bana zaten. Elimden gelse Kraliçe Elizabethi de arıyacaktımta işte imkanlar sınırlı olunca en fazla bu kadar oluyo.

Ve sonunda Ahu ile Yalnızlar rıhtımı Tag'lemişler beniiii :)
onuda yapayım da çıksın aradan. Daha bekleyen iki tane mimim var.

1. Telefonun Nerede? - Biri şarzda öteki hemen yanımda.
2.Partnerin? -  Bilmeyen mi var. Adı Sezai
3.Saçların? - Kısa.
4.Annen? - Evet var öyle biri
5.Baban? - Amaaaannn
6.En sevdiğin eşya? - Nokia Lumia  1020 telefonum
7.Son gece gördüğün rüya?- Dün gece sarmaş dolaş arabada korku filmi izliyodum Sezaiyle
8.Hayalindeki araba? - Nissan Qashqai 2020 model.
9.İçinde bulunduğun oda? - Sessiz.
10.Korkun? - Yok öyle bişey
11.10 sene içinde ne olmak istiyorsun? - Turizm Danışmanı / Satış pazarlama müdürü
12.Sen ne değilsin? - Geveze ( desemde inanma )
13.En son yaptığın şey? - Yemek yedim, yiyorum.
14.Üzerinde ne var? - Mayo. Denize gitmeyi düşünüyorum da.
15.Senin hayatın? - Karışık.
16.Moralim? - Ehh..
17.Şu an ne düşünüyorsun? - Sezai.
18.Senin bilgisayarın? - IBM 
19.Bira? - Votka
20.Aşk? - Sezai

Tag'lenmeyenler yapsın.. Üşendim baya bi şimdi.

Dün çok saçma bi gündü diyebilirim zaten. Tiyatroya gittim. Bizim hocayla haşır neşir bişeyler konuşurken Rus yönetmen geldi yanıma. Bi film yapmış. Elinde iki tane cd var. Bunu izle bana önerilerini sun dedi. Tamam diyip aldım ama o filmi ben ne zaman izlerim bilmiyorum. Bilgisayarımın cd sürücüsü bozuldu benim. Neyse izlediğim zaman söylerim ben ona. Daha iki hafta burada olacak.

9 Mayıs 2014 Cuma

Son İki

Ben çok çabuk sıkılırım. Yani daha önce dediğim gibi sıkılganlıktan öleyim sağ tarafımda anamı babamı gözlerimin önünde kıtır kıtır doğrasalar oleyyyy atraksiyon var diye çığlık atacak bir yapıya sahibim. Ama sıkılmanında bi adabı uslubu var. Öyle ufff pufff ede ede sıkılmıyorum yemin ederim. Daha farklı yöntemlerim var. Sıkılırken tek yaptığım şey Karşımda kim varsa hareketlerini analiz etmede üstüme yok. Hal böyle olunca da verip veriştiriyorum yine. Sonra hep diyolar ki inya otunu bokunu yazıyo, ezik hem de çok diye diye tribe sokuyorlar beni.

İyiyim ben. İyi biriyim de aynı zamanda. Hem de bildiğin iyi yaa.. Zekayı çalıştırsana azcık. Ceviz falan ye amk. Bu çocuk niye iyiyim ben diyo desene kendine. Tabi ceviz önemli bişey. Cevizin içine kurutulmuş karadut, fındık, dut, böğürtlen fln da koyarsan beyni fazlasıyla çalıştırıyormuş. Ceviz beyine de benziyo hem. Brokoli de ağaca benziyo ve gayet güzel bi yiyecek. Tabi mantar için aynı şeyi söyleyemem. Onun fantazi dünyası benimkiyle aynı yola giremiyor. Ne diyodum Ceviz... Biraz beyin çalıştırmak için günde bi avuç ceviz şart.

İlk hastahanede yattığımda beni 3 gün mecburen uyutmuşlardı, sonraki 4 gün mecburiyetsizlikten uyuyamamıştım. Akıl et işte neden uyuyamadığımı ceviz ye diye boşuna demiyorum. Üç gn malak gibi uyuyan insandan ertesi gün rahat bi şekilde uyumasını bekleme zaten. Boşuna ceviz ye demiyorum. Zaten biraz daha cevizden bahsedersem cevizin boku çıkacak. O yüzden cevizi bi kenara bırak ama hep elinin altında olsun. KONU CEVİZ DEĞİL.

Korku

Bu doktorların hepsi aynı. Anestesi uzmanı bi doktor geldi Sezainin yanına. Konuşuyo filan. Bu arada sezai dün ağzını açmayı başardı. Yemek falan yiyebiliyo. Tabi daha ceviz yeme aşamasına gelemedi. Neyse işte Bu anestezi uzmanı doktor beyle Sezainin diyologuna gelirsem;

- O ağız açılıp o balgam çıkacak. Günde 7 defa balgam çıkartman şart. Akciğerlerini temizliyoruz burda.

Sezai garibim. Sırt ağrısından öksüremiyo.

- Bak eğer o balgamlar çıkmazsa sana şurdaki adama yaptığımın aynısını yaparım. Boğazından demir boru sokarım canlı canlı. Ağlar mısın nefes mi alamazsın orasını bilmem.

Bu tehdit hiçte yerinde değil bi kere. Hasta hakları diye bişey olduğundan habersiz sanırım. Ya da çok ceviz mi ne yedi bilemedim şimdi. Ama Sezainin gözünde öyle korku morku yok.

- Bak yapmazsan eğer kalırsın böyle, hastahaneden çıkma süreni kısaltmak istiyorum. Yarın sondanı da çıkarıcam söz veriyorum sana. Yemeklerini de yiyormuşsun aferin sana.

Bu biraz doktorun yalvarma aşamasına geçiş oluyo ama olsun. Aslında doktorların çok büyük sorumlulukları var. Doktor dün gece dışarıdan hastahaneye gizli gizli erkek hemşirelerden birini ayarlayıp adana kebab soktuğumu duymazsa iyi olur bence. Çünkü hastahanenin verdiği yemekler kuş yemi kadar. Kuş yemi verseler o kadar doyarım ben zaten. Hem ben de problem yok. Asıl önemli olan Sezai şu an. Ben hastahaneden çıkarken doktor tavsiyesi olarak bol proteinli yiyecekler yememi söyledi. Bol Bol kırmızı et yemeliymişim ki kilom yerine gelsinmiş miş miş.... Bu durumun böyle olacağını biliyorum ben sezai içinde. Erkek hemşirelerden birinin kafasını gece gece şişirince "Tamam yeter" diyip iki porsiyon adana söylettim adama. Can boğazdan gelir hem.

Ek Bilgi : Sezainin ailesiyle benim ailem aynı evde kalıyorlar. Yani Sezainin evinde kalıyorlar. Dünürlük yapmazlar birbirlerine inşallah.

Ablam ve Sezainin annesi iyi kanka olmuşlar bence. Ya da yarışıyolar gibime geliyo. Hergün ziyaretimize geliyorlar ve ellerinde bir sürü poşet. Bunlar ne diyorum ablama. Ceviz, fındık, fıstık, dondurma, tatlı, kek, pasta, biraz tavuk diye cevap veriyo hatun bana. Keza Sezainin annesi de rahat durmamış o da doldurmuş çantayı poşeti gelmiş. Hemşireler yasak diyorlar alamayız diyorlar bu poşetleri kabul edemeyiz diyorlar ama ablam doktora gidip " Fındık fıstık ceviz getirdik biz niye almıyosunuz, size de var" dediğinde adam kabul ediyo.Ceviz lan bu yenmez mi. Bana versen ben yerim. Gerçi bize gelen fındık fıstıkın ederinden şüpheliyim. Hoş bi ceviz getirdi hemşire bana, bi kase... Tamam bu yeter okey. Ama sezaiye getirme. O daha yiyemiyo. Çenesi arızalı. İstersen sıcak suyun içinde kaynatıp getir. Ya da geviş getirebileceği kıvama getir. Yumuşat yani.

Dün ablama Vincent konağını al gel dediğimde bulamamış. D&R dediğimiz mağazanın stoklarındaki dağıtım henüz yapılmamışmış. Ben de hastahanenin internet kafesine gidip sipariş verdim . O adrese ulaşır ben sonra gidip onu alırım. Hemşireye yoğun bakım ünitesinde kitap okuyabilir miyim diye sordum. Hayır okuyamazsın yasak diye cevap verince. Hemen aklıma geldi tabi cinlik "Kebapta yasak ama dün akşam gayet güzel bi şekilde yedik biz" dedim. Demez olaydım. 10 dakika sonra doktoru yanımda buldum. Ben de uyuyor numarası yaptım.

Yasak

Yasak dedim de aklıma geldi. Herşey yasak burda. Yani şu anda olduğum odada. Telefonu bile gizli gizli kullanıyorum. Allahtan sonda yok bende de rahat rahat sokuyorum orama.  Yani gizlemek için beee... amaaan sen de.

- Canım dondurma çekti.
- Yasak
- Kitap okuyabilir miyim?
- Yasak
- Cam kenarına geçsem
- Yasak
- Dışarı çıkabilir miyim
- Yasak
- Seni şikayet edicem
- Yasak
- Bak küfür edicem ama
- Yasak
- Yasağını şimdi...
- Yasak
- Bişey söyleyebilir miyim?
- Yasak
- Ya tuvalete gidebilir miyim diye soracaktım
- Yas... Ha tabi götürelim hemen.

Burda hasta mıyız, yoksa sanki dışarıdan kendi isteğiyle gelmiş de yatıyo havası mı veriyoruz anlamadım. İnceliğin i'si yok bunlarda. Yani durum " Oh my god değilse Ağzına sıçayım don juan ağzına sıçayım ". Bi de demez mi Doktor sürekli hemşirelere " Hastalara iyi davranın. İnce ve kibar olun. Hizmette kusur etmeyin" lan daha ne hizmeti vericeksiniz ki. Beş yıldızlı hotel konforundasınız okey. Bunu anladık. Ama bi daha Burda adana kebap yiyebilecek miyim onu söylesene.

Ayrıntı : Annem beni doğururken Allahım ne olur güzel bi çocuk çıksın diye dua etmiş. Tamam bunu fazlasıyla yerine getirmiş olabilirim. Kaderimi de kendim yazıp çizip oynayadabiliyorum yani en azından bazen bu olabiliyo. Sürekli değil tabiki. Ama söylemezsem adam değilim.

Çocuklarınızı doğururken doğru düzgün şeyler isteyin be! bu ne.. Güzel bi çocuk olsunmuş.

E güzellik, yakışıklılık endam filan tamam. Hoşta.. Kaderimiz boktan olunca kanalizasyon çukuruna düşen salak polyannadan oteye gidemiyo insan.

Cosmos, Send me the positive energy!