27 Ekim 2014 Pazartesi

O'nun Oğlu ( Bölüm - 2 )


Kendimi odamda uyurken buldum. Ağzımdan salyalarımı akıta akıta yataktan gerilerek kalktım. Pencereyi açtığımda güneşin yakıcılığı yüzüme yansıyordu. Gözlerimi kısarak baktığımda değişik bişeyler olacaktı bundan emindim. Kapıya doğru yöneldim. İki katlı evimizin üst katındaydı odam. Önü beyaz arkası saf siyaha boyanmış kapımı açtığımda aşağıdan seslerin geldiğini duydum. Tırabzanların başına geçtiğimde aşağıdaki üç insanı görebiliyordum. Annem ve babamın o tuhaf yüz ifadeleri, babamın sürekli anneme “geçecek bugünlerde geçecek” demesi kadar gülünç bir şey görmemiştim. Masadaki üçüncü adam siyah bir cübbe giyinmiş elinde not defteri babamın anlattıklarını not ediyordu. İki gün önce koluma yaptırdığım ters haç dövmesinden anlamış olmuşlar. “Lanet olsun bu şimdi gerekli miydi?” diye geçirdim içimden. Bir yandan cübbeli adamın aklından geçenleri tahmin etmeye ve üzerinde olabilecekler hakkında düşünmeye başladım. Böyle bakmaya devam ederken cübbeli adam ona baktığımı anlamış olmalı ki kafasını benim olduğum yöne çevirdi. Beni gördü. Nasıl ona gözlerimi, nefret eden gözlerimi , diktiğimi ve bundan müthiş bir haz duyduğumu da tahmin etmesi için kıkır kıkır gülmeye başladım. Gülmem devam ederken bir el omzuma değdi. Bu ablam Katt’den başkası değildi.

İnce, ojeli parmaklarında daha geçen ay koyu Katolik olan Peterle evlenme zahmetine girmişti. Parmağındaki tek taş yüzük Katt’in Peter’a ne kadar bağlı olduğunu göstermesi için yeterliydi. İkisi de birbirini zamanında çok sevmiş.

-Niye geldiğini biliyorsun değil mi Peder Samuelin?

Kendimden emin bir tavırla önce adının Samuel olduğuna şaşırmadığım bu adamın gözlerinin içine bakarak başımı evet anlamında salladım.

-Hiç merak etmiyorum ama biliyorum neden geldiğini. İçime şeytan ya da terbiyesiz bir cinin girdiğini düşünüyor. Bunun için eğitim almış ve psikanaliz konusunda gayet deneyimli. Sadece biraz daha hakkımda bilgi aldıktan sonra benim odama gelecek ve kutsal suyunu dökecek. Ona karşılık yüzüne işemeyi düşünüyorum. Önerin var mı?

Dediğimde Kattin gözleri açılmıştı birden. Bu kadarını beklemiyordu sanırım.
-Nasıl istersen öyle yap. –dedi umarsız bir ses tonuyla.

Peder Samuelle gözgöze geldim tekrar. Ama bu sefer üzerimdeki çirkin bakışı kaldırmış, alaylı bir tavırla bakmaya devam ettim.

-Hey Katt, hadi bi oyun oynayalım. Peder Samueli bu evden göndermem için kaç dakika veriyorsun?

-Sana yardım etmeye çalışan bir anne, bir baba ve bir pedere karşı çok zalimsin.

-Sorduğum soruya cevap değil bu.

- Ne yapmak istediğini biliyorum.Abb. En azından tahmin edebiliyorum. Senin zekanla ben başedemem.

“senin zekanla ben başedemem” dediğinde gerçekten haklıydı. Yedi yaşımda uzaya çıkacak uzay gemisi tasarımı yapmıştım. On yaşında kendi müritlerimi topladım. Aynı zamanda profesörlerin “artık iyileşemez” dediği bir akciğer kanseri adamı ameliyat ederek harward ve oxfoddaki profesörleri şaşkınlığa uğratmıştım.

Kendimi sinsice sırıtarak buldum. Ablam bile anlamıştı daha iki gün önce koluma yaptırdığım ter haç dövmesine bakarak yutkundu.

-Daha bilmiyorlar değil mi? – diye korkarak sordu.

- Neyi bilmiyorlar mı? – diye cevap verdim. Neyi ima ettiğini gayet iyi biliyordum. Ama ondan duymak hoşuma giderdi.

- Hadi ama bu dövmeyi boşuna yaptırmış olamazsın. Ters haçın satanizm simgesi olduğunu bilmeyen kalmadı.

Sonunda beni olduğum gibi kabul eden birisi çıkmıştı. Artık Katt bana başka bişey söylemeden arkasını dönüp gitti. Katt sadece Satanist olduğumu öğrenmişti. Ya da öyle olduğumu sanıyordu. Herşeyi bu dövmeden nasıl anlayabildi bunu bilmek için günlerce uğraşması gerekirdi. Katt normal zekanın altında bir kız üniversite masraflarını benim kazandığım ödüllerin paralarıyla karşılamaya karar verdiğimde kendisini harwardda bulmuştu. Bana karşı da tavrı her zaman bu yüzden minnettar olmuştur.

Birden masaya göz attığımda Peder Samueli merdivenlerden yukarı çıkarken gördüm. Hızlı adımlarla odama gidip pencerenin kenarına geçtim. Arkam dönük bir şekilde kapının açılmasını bekledim. Kapı vurulmadan sessizce açıldı.

-Hoş geldin Samuel. Sizin oralarda kapıya vurma adeti yok mu – diye çıkıştım. Ciddiyetimi koruyarak siyah cübbeli karşımda duran bu zavallı insana baktım.

- Benden ne istiyorsun? –dedim. Bu zavallı tanrının kölesi olmuş “iyi” niyetli insanın beni “sözde” iyileştirme çabalarının boşa çıkacağını bilmesi onun gitmesi için yeterliydi.

- Sadece biraz sohbet etmek istiyorum.  –dedi kararlı bir ses tonuyla.

- Neden geldiğini biliyorum - dedim.

- Neden geldiğimi biliyorsan neler yapabileceğimi de biliyorsun o zaman – dedi. Sakin bir ses tonuyla.

Kibirli bir şekilde arkamı dönüp pencereyi kapattım. Perdeyi çektim. O da dışarıdan perdeye yansıyan beyaz ışığın loşluğuyla aydınlandı.

-Sadece basit birkaç dua okuyarak ve kutsal suyunu kullanarak beni alt edemezsin. Daha beni tanımıyorsun Sam.

- Bana gücünün sınırını göster – dedi. Keskin ve kibirli bir ses tonuyla Cübbesinin içinden incilini çıkardı.

- Tamam sen istediğini yap. Sana sadece şunu söylüyorum ki burdan çıktığında durumun şu anki ile aynı olmayacak.

                Beni dinlemeden incilin yaratılış bölümünü okumaya başladı. Elini cebine attı ve tahmin ettiğim gibi küçük bir şişe de sallanan içinde kutsal su dediği suyunu çıkararak okumayı bitirdikten sonra üç defa üzerime serpecek ve sonra diğer bölüme geçecek. Sonra tekrar ve tekrar aynısını yapacak.

-Eğer şimdi bu saçmalığa son vermezsen üzerine işeyeceğim. – diye tepki verdim en sonunda. Samuel beni dinlemiyor duasını okumaya devam ediyordu.

                Bir süre ona bakmaya devam ettim. Tepkisini hiç bozmuyor arada bir eliyle tanrısının haç işaretini yapıyor, amin diyor ve suyu üzerime döküyordu. Bir süre sonra girdiği hipnotik durumdan çıktı. Elindeki kitabın kapağını yavaşça kapatmıştı. Gözlerime bakmaya başladı. Bende onun gözlerine bakarak devam ettim. Gözlerimin ona baktığımda siyahlaştığını fark edebiliyordum. “Kutsal” haçını çıkarıp yüzüme doğru tuttu ve mırıldanmaya başladı.

-Tanrı bizi korusun. Amin. – dedikten sonra ona dönerek.

- Senin tanrın seni korusun Sam. O benim tanrım değil.

                Diyerek bana bakmaya, soğuk terler dökmeye başladı. Korktuğunu siyahlaşmış gözlerimden anlayabiliyordum. Artık zamanı gelmişti En derin yarasını bozmaya.

-Annen Sam. Anneni hatırlıyor musun? Sağ tarafında arabanın içinde otururken, daha küçücük bir çocuk halini , annenin son halini hatırlıyor musun? Neden Hristiyan kilisesinde çalışmak istediğini, neden buraya geldiğini, annenin neden öldüğünü biliyorum Sam.

                Samuelin alnındaki terler yavaş yavaş yere düşmeye başlamıştı. Onun hakkında bu kadar çok şey bilmeme imkan veremiyordu. Aramızdaki yaş farkına bakarsak neredeyse 25 yaş vardı.

-Sen , sen bunları nereden biliyorsun? –dedi  tedirgin ve korkan gözlerle.

- Ben herşeyi bilirim Sam. –dedim Alaycı şekilde bakarak.

- Söyle bana Sam, annenin ölümüne neyin sebep olduğunu senden duymak bana zevk verecektir.

                Samin gözleri yerinden fırlayacakmış gibi açılmıştı. Korktuğunu ve ona zarar vereceğini düşünmüştü. Kıpırdayamıyordu. Kurduğum tuzağa düşmeyi başardı en sonunda. Soğukkanlı ve kibirli bir şekilde devam ettim sözlerime.

-Sen Samuel, daha dört yaşında annenin trafik kazası geçirmesine neden olmadın mı?

                Samin gözleri aynı donuklukla bana bakmaya devam ederken bu tepkiyi beklemiyordu benden. Gözlerimi onun üzerinden çektiğimde Samuel rahatladı. Korku dolu gözlerle bana bakarak tekrar dua ederek devam etti.

-Şimdi Samuel. Bu odadan çıktığında burda olanlardan kimseye bahsetmeyeceksin. Benim korkak insan kölelerle işim yok. Samuel şimdi getirdiğin kitabını ve diğer malzemelerini topla ve burdan git.

                Samuel benim yüzüme bakmaya devam ederek kapıya doğru yöneldi.Kapıyı açtı ve koşar adımlarla kapıdan çıktı. Merdivenlerden koşarak gittiğinin sesini duyabiliyordum.

-Aptal insanlar. –diye içimden geçirdim. Penceremin perdesini araladım. Ve güneş ışığının odama girmesine izin verdim

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder