7 Nisan 2014 Pazartesi

Merhaba De - Biraz Ciddiyet

Ne kafirin küfrü , ne de zalimin zulmü. Yaradır eş dost bildiklerinin kazıkları .
Hayatın en onmaz dönemeçlerinde bir el bir ses beklerken  , bir parça da onlar koparma derdine girince ne acı oluyor. Birden yaşlanı veriyorsun işte o zaman . Omuzların düşüyor ,gözlerin artık boşluğa bakmaya başlıyor.Yalnız çıktığın imtihan dünyasında asılnda o zaman yalnızlığı damarlarınıza kadar hissediyorsunuz.Yolda yürürken çınar ağacından düşen sonbahar küskünleri gazellere basarak çıkartıkları çıtırtı yoldaşın oluyor.Belki aklına dilinin ucuna bir meladi yerleşiyor . Mırıldanırken insanların sana bakışlarını görüyorsun ; sen en hafif adımlarla ilerlerken onlar hışımla senden uzaklaşırcasına adımlarını hızlıca atıyor.

Yepyeni bir güne bu ruh hali ile girdiğinde her zaman selam verdiğin çöpçüyü es geçiyorsun , iş yerine girdiğinde merhabanla insanlara bir tebessüm gönderdiğin rutinleşmiş hareketin bile terk ediyor seni.

Peki asıl soru şu : Sen neden terk edemiyorsun ?

                             Yoksa o mutsuzluktan nemalanıyormusun?
                      
                            Ya da  o zincirin bir parçası olmak cazip mi geliyor?

                           Neden seni yoranları bırakmıyorsun?

İş yerinden çıkıyorsun sessiz sedasız . Mor bir akşam selamlıyor seni dışarıda ufkun kızıllığına takılıyor göz bebeklerin.Rüzgar okşarken ruhunu sadece ceketinin yakalarını kaldırabiliryorsun.

Nasıl bir fotoğraf sence!

Renklide okeye dönüyorsun… son şansın .Kaldırımları eskitmeye çalışırken varıyorsun evin kapısına ve  küncülü ekmek almayı unuttuğunu bile fark edemiyorsun.Ev girip ilkkez anahtarı umursuzca bir yere bırakıyorsun yarın deliler gibi arayacağını bilmene rağmen.Kitaplıkta yarım bıraktığın Michael Cunningham ın kitabını alıp, en sevdiğin koltuğunu pencereye yaklaştırarak okumaya başlarsın. Aylar bitiremediğin kitabı bitirirsin.
Bilgisayarını açarsın elin birkaç defa msn ni açmaya gitsede  o insanların varlığından dolayı açmazsın.Bir kaç şarkı açarsın dinlemek için Zuhal  Olcay ın yalnızlığım şarkısını dinlersin . Kanepeye uzanmış tavanı seyrederken .

Böyle kaç akşam geçirirsin sen bile sayamazsın.

Alışkınlıklarına bir alışkanlık daha katma noktasındasın. Yalnızlığa alışmak.
Kader tüm hayatın olaylar zinciri . En büyük gerçekse olup olmamak der ya bir arabesk  şarkıda . Neyden yorgun olduğunun tayini yapıp mevzuya nokta koymaktır .Bırakmasını öğrenmek lazım bence .BIRAKMAK. Hayatımızda yapamadığımız ender şeylerden biridir değimli?

Hadi bak doğum günün geldi çattı … Hadi MERHABA DE .                                                            

Merhaba de ki gönlündeki şansızlığı yok edemeyecek güce erişme şansına sahip  olasın.
Merhaba de ki ruhunda ki incinmişliği kabul etme şansına sahip olasın.
O halde ne diyoruz herkese “MERHABA” diyoruz...     

olan bitenden habersiz yaşamaya devam edersin. Kalbindeki eksiklik her zaman seni kovalar ama sen de bunun farkına varmazsın. Ruhunun derinliklerine işlemiş diğer seni çıkarmaya yönelik ikilemler yaşarsın ki bu tartışmasız hayatta sen de kendinin yok olma aşamasında olduğunu anlarsın. Bu da sana tartışmayı kiminle ve neden yaptığının göstergesi olur. Aslında yapılanma aşamasındaki bedenin seni kurtarmaya yönelik bi takım ilişki içine girer seninle beraber ama sen de bundan bir zevk almayıp doğru dürüst bir ilişki içine giremezsin kendinle.

İlgili zeka birimleri sana bunu kanıtlamaya yeterince iyilik sağlamada çalışıyorlar ama sen de bundan yakınıyorsun ve yapılması gerekenin ne olduğunun farkına varmıyorsun. Soğukluk damarına işliyor. Kış gecelerinin ayazına bağlı olarak sen de bundan ne zevk alıyorsun ne de baka bişey. Kendi zevklerini tanıyamaz hale geliyorsun.                   

Yaşamak! Bu senin tek evren..... yaşamanın sırrına erişememenin keşfinden kendini de bulamaıyorsun sonunda. Aslında biz de bunu birbirimize yapmakta olduğumuzda sen de ben de bunları ve olanları çok iyi biliyoruz. Aslında yapmaya çalıştıklarımızla çelişki yok mu? Hiç birimizin... var... olmaz olur mu... hem de çok var... “olmak ya da olmamak” deyimi burdan geliyo olsa gerek.

Biz bu dünyaya gelen iki yabancının elinde kalmış kötümser bakışlarız. Ne zaman olur ki biz gideriz bu dünyadan anlaki sen ve ben orda beraber olacağız. Adem ve havva dan beri gelen insanoğlunun Nuh la hayat bulması bu yüzden midir. Yani kavramların çelişkilerine pek takılmamaları. Nuhun ilahi varlığa “RAB” inanması ve bu yüzden kendini azletmesi bundan mıdır sence? Sormak ve sorgulamak için başka bir tecrübenin gerektirdiği bir dünyada yaşamaktayız... sen ben o biz siz onlar...


Yusuf amerikaya gittikten sonra ne kadar karalamaya çalışsalarda amaçlarına ulaşamamışlardır. Çünkü yusufun dürüstlüğü bunlara engel oluyor. Daha sonra türkleri yerme amaçlı yazılan bir çok yazıya göğüs geren ve ileri de taklitlerinden bile sakınılan bir insandır Yusuf. Nam-ı Diğer Yousef...

Padişahtann aldığı izinle amerikanın yeni dünyanın yolunu tutar. Amerikalılar bu “muhteşem” türkü görünce korkmaya hatta irkmeye devam ederler. Ama ne var ki yusufun gönlündeki tek olay “güreş”lerde yenilmemek. Hayatını yenilmemeye addayan yusuf. Amerikada kısa sürede ün salmış, her ne kadar şike teklif edilse de kabul etmemiş bütün istekleri eliyle geri çevirmiştir. Hatta o zamanın en ünlü gazetesi trajı bir milyonu bulan “THE WORLD” yusuf hakkında çeşitli kötülemeler de bulunmuş olsa da yusuf bunlara aldırmamış..

THE WORLD'DE YAZAN YAZI

“Bu türke yenilmek yasak. Yenildiğinde padişah kellesini istemiş.. bu yüzden ona yenilmenin yasak olduğu söylenmiştir.”

bir keresinde yusuf o dönemin en ünlü amerkalı güreşçisi Bondo ile ringde karşılaştı. Bondo ringden kendini atınca seyirciler yuhalamaya başladılar. Yusuf bondo için yuhalamaya başladıklarını sanarak gülmeye başladı fakat sonradan kendisinin yuhalandığını anlayınca elleriyle “ister tek tek ister hepiniz gelin köpek soyları” diyerek oradaki cesaretini göstermiş ve bir anda alkışlanmaya başlamış.

Rakipleri onun ismini panoda gördüklerinde hemen musabakadan çekilirler. Bilirlerki kendilerinde kalıcı bir kırık oluşacak ve hiç iyileşmeyecek.

Amerikadan gemisiyle dönen ve gemide bri aşçıyla tanışan yusuf geminin batmasıyla ruhunu teslim etmiştir.

21 yorum:

  1. Vuhuuu bu kadar ciddiyet beklemiyordum doğrusu :)

    YanıtlaSil
  2. son cümleye takıldım ben, gemiyi aşçı batırmış olabilir mi. :p
    aşçı görünümünde amerikalıların yolladığı bir haindir belki :p

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yok yaa ona aşıkmış hep işte
      tabi bi de muamma olan hain olması :)

      Sil
  3. bizi yoran insanları bırakmak kolay olmuyor katılıyorum, ama eğer akraba değillerse, ne bileyim bize emekleri geçmemişse, öyle konu komşu iseler tekmeyi basmak lazım diye düşünüyorum. En yakınların ihaneti ise yenilir yutulur şey değil, ömür boyu adamı sinir hastası eder:( bu dünya böyle kötü bir yer işte...:( yalnızlığın en güzel çaresi bir kedi, bir köpek onlar insanı asla terketmezler...valla ben böyle düşünüyorum... yeri gelir insana ne ana, ne kardeş, ne evlat kimseden hayır gelmez ama kedin, köpeğin her zaman yanındadır...ha tabii hayırlı ana, baba hayırlı evlat, hayırlı kardeş başka...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. eveeeeettt ben de de var bi tane köpüş :)
      terkedemio zincire vurcam ben onu :D
      :)

      Sil
  4. öhöm öhöm döktürmüşsünüz bayım:)

    YanıtlaSil
  5. Güzel yazı. "Sen neden terk edemiyorsun ? Yoksa o mutsuzluktan nemalanıyor musun?" Olay budur :)

    YanıtlaSil
  6. çok güzel, müthiş bir yazııı :)
    böyle yazılardan daha çok yazzz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok beklersin ben bloggerın mizahçısıyım taaam mı :D
      teşekür ettim D:

      Sil
  7. Evet Bahar dogru diyor, böyle yazilardan cok yaz :)

    YanıtlaSil
  8. Ay çok sevdim ben bu paylaşımı :)
    Diğerlerini sevmediğim anlamına gelmesin sakın onlar da çok süper :))

    YanıtlaSil
  9. ne güzel yazı böyle yazıları ben ce de daha da çok yaz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hehe
      denicem o zaman
      ama ben böyle mantıklı düşününce hunim düşüyo kiiii :)

      Sil
  10. Çok beğendim bu yazını. Ellerine sağlık. :)

    YanıtlaSil