28 Kasım 2025 Cuma
Gölgelerin Ardındaki Adam
18 Kasım 2025 Salı
Balik tutma
Alanya’da, Kale’nin dibindeki o meşhur iskelede Hüseyin Amca yine tahtakurusu yemiş gibi kıpır kıpır oturuyor. Sabahın körü, hava zaten 35 derece, adamın üstünde hâlâ yün kazak var çünkü “rüzgâr çarpar” diye korkuyor. Termosunda demir gibi çay, cebinde yarım paket Malboro, oltanın ucunda da canlı karides... Karides dediğim öyle bir canlı ki, Hüseyin Amca misinaya takarken adama “kardeşim beni niye satıyorsun?” diye bakış attı resmen.
Oltayı salladı, misina uçuverdi denize. Hüseyin Amca da klasik pozisyon: bir eli kamışta, öbür eliyle sakalını kaşıyor, arada bir “Hadi bakalım yiğidim, gel de göreyim seni” diye denize sesleniyor. Balıklar da alışmış artık, genelde “yok amca bugün de pas” deyip geçiyorlar.
Ama bu sabah farklıydı. Makara birden “vırrrrrrrr” diye deli gibi döndü! Hüseyin Amca bir “ANA!” diye bağırdı ki, karşı yakadaki Side’den duyan oldu.
Kamışı kapmış, iki eliyle yapışmış, ama balık o kadar kuvvetli ki Hüseyin Amca’yı sandıktan kaldırıp iskelede tur attırmaya başladı. Adamın terlikleri uçtu, bir tanesi denize düştü. Hüseyin Amca bağırıyor:
“Ulan bu ne lan, ahtapot mu, denizaltı mı, yoksa kaynımın eski karısı mı çekiyor beni?!”
Kalabalık toplandı tabii. Turistler selfie çekiyor, biri canlı yayın açmış “Turkish grandpa vs Jaws” diye. Çocuklar “Dede köpekbalığı tuttuuu!” diye zıplıyor. Hüseyin Amca’nın kızı telefonla aramış:
“Baba ne oluyor, Instagram’da trend olmuşsun!”
Hüseyin Amca nefes nefese: “Kızım sonra konuşuruz, şu an hayatımın maçını yapıyorum!”
Tam 47 dakika sürdü kavga. Hüseyin Amca’nın kolları makarna gibi oldu, göbeği terden parlıyor, bir ara oltayı bırakıp “Tamam sen kazandın, evli misin?” diye balığa sordu.
Sonunda balık yüzeye çıktı: Dev gibi bir orkinos! 130 kilo, pulları güneşten yansıyo, gözleri “ulan seni gidi emekli” der gibi bakıyor. İskeleye vurdu “pat!” diye, tahtalar titredi.
Kalabalık alkış kıyamet. Bir Alman turist: “Mister, this fish is 5000 euro!”
Hüseyin Amca balığın yanına diz çöküyor, teri balığın üstüne damlıyor, kulağına eğilip fısıldıyor:
“Bak yiğidim, 47 dakika beni sürat teknesi gibi gezdirdin, terliğimi denize attın, Instagram’da rezil ettin… Ama sen de yiğit çıktın. Git işine, ama bi daha karidesimi yemeye kalkma, bu sefer cüzdanımı da alır giderim!”
Misinayı kesiyor, orkinosu denize doğru yuvarlıyor. Balık bir an duruyor, Hüseyin Amca’ya bakıyor… sonra kuyruğunu bir sallıyor, resmen “like için teşekkürler” der gibi, muazzam bir takla atıp gözden kayboluyor.
Kalabalık şokta. Biri: “Amca niye bıraktın, zengin olacaktın!”
Hüseyin Amca terliğini ararken omuz silkti:
“Oğlum, ben bu balığı satsam yarın sabah kimle kavga edecem? Hem… adamın emeklilik maaşıyla 130 kiloluk balık tutması zaten milyonerlik değil mi? Bir de üstüne Instagram’da 2 milyon izlenmem var, fenomen oldum lan! Artık sponsorluk bekliyorum, Red Bull mu neydi o?”
O günden sonra Hüseyin Amca’nın iskelede yeni ritüeli var: Her sabah oltasını atıyor, sonra telefonunu çıkarıp denize gösteriyor:
“Hadi bakalım yiğidim, gel de bugün de trend olalım! Ama bu sefer terliklerimi alma, yeni aldım, karı kızar!”
Ve hâlâ bekliyor… Çünkü Alanya’da en komik hikâye, tuttuğun balığı satmak değil, onunla 47 dakika dans edip, sonra “hadi git işine” deyip denize geri bırakmaktır. 😂🐟
17 Kasım 2025 Pazartesi
İstanbul yine
Alanya’nın karanlığında otobüs hareket ederken, başımı cama yasladığım anda anılar bir sel gibi boşaldı içime. Dört sene değil, sanki kırk sene geçmişti.
İlk anı:
2020 yazı, Kadıköy. Emir’le ilk kez el ele tutuştuğumuz gece. Moda Sahili’nde, dondurma yiyoruz. O bana dönüp “Biliyor musun, seninle geçirdiğim her saniye zaten ömür boyu yeter” demişti. Ben gülmüştüm. “Abartma” demiştim. Ama o gülmemişti. Gözlerinin içine bakmıştım, o an anlamıştım: Bu adam beni gerçekten seviyor. Gerçekten, delicesine.
İkinci anı:
2021 kışı, Karaköy’deki o küçücük evi. Isınmıyor diye birbirimize sarılıp uyuyorduk. Sabahları erkenden kalkar, ona Türk kahvesi yapardım. Fal bakardı bana, hep aynı şeyi söylerdi: “Bu fincan diyor ki, bir gün kaçacaksın benden.” Gülüp “Saçmalama” derdim. Ama fincan haklı çıktı.
Üçüncü anı:
O son gece.
Kadıköy iskelesinin önündeki bank. Saat 01:17. Emir elinde iki bira, gözleri kıpkırmızı. “Gitme” dedi, sesi çatallaşarak. “Lütfen gitme.”
Ben ayağa kalktım. “Yapamıyorum Emir. Ben böyle biri değilim. Ailem, arkadaşlarım, herkes…”
Sözümü bitirmeme izin vermedi. “Herkes mi? Ben kimim peki?” dedi.
Sessiz kaldım.
Sonra sırtımı döndüm ve yürüdüm.
Yürürken arkamdan seslendi: “Bir gün gece otobüsüyle gelirsen, ben hâlâ burada olacağım.”
Durmadım.
Ama o cümle, dört senedir her gece kulaklarımda çınladı.
Dördüncü anı:
Gidişimden üç ay sonra attığı mesaj.
“Bugün yine 21:30 otobüsüne baktım.
İnmedin.
Sorun değil.
Yarın yine bakacağım.”
Beşinci anı:
Geçen yıl, doğum günümde gelen tek mesaj.
“Nice mutlu yıllara.
Hâlâ 12 numarayı kontrol ediyorum bazen.
Bir gün oturursun belki.”
Altıncı anı:
İki hafta önceki mesaj.
“Bu akşam 21:30’da Alanya’dan bir otobüs var.
Biliyorum gelmeyeceksin.
Ama ben yine de Esenler’de olacağım.
Çünkü söz verdim.
Kendime söz verdim.
Seni bekleyeceğime dair.”
Otobüs Bolu Dağı’nı tırmanırken, camda kendi yansımama baktım. Gözlerim şiş, yüzüm solgun. Dört senedir her gece aynı rüyayı görüyordum: Emir peronda duruyor, elinde sahlep, bana bakıyor. Ben iniyorum. Koşuyorum. Sarılıyoruz.
Sonra uyanıyordum.
Yalnız uyanıyordum.
Ama bu gece…
Bu gece rüya değildi.
Otobüs Esenler’e girerken, içimdeki tüm korkular bir anda sustu.
Çünkü biliyordum.
Bu sefer gerçekten oradaydı.
Kapı açıldı.
İndim.
Ve gördüm.
Oradaydı.
Dört senedir her gece rüyama giren o siluet, gerçekti artık.
Siyah palto, atkı, titreyen eller, iki bardak sahlep…
Ve o gözler.
Hâlâ aynı bakan, hâlâ aynı seven gözler.
Göz göze geldiğimiz anda, sanki dünya durdu.
Emir bir adım attı.
Sonra bir adım daha.
Sonra koşmaya başladı.
Ben de koştum.
Çarpıştık.
Kolladı beni.
Bütün gücümle sarıldım ona.
Yüzünü boynuma gömdü.
Titriyordu.
Ben de titriyordum.
“Geldin…” dedi, sesi ağlamaktan kısılmış. “Geldin lan… Geldin be…”
Göğsüne yumruk attım. Çok yumuşak.
“Niye bırakmadın peki?” dedim hıçkırarak. “Niye bırakmadın beni?”
Başımı saçlarıma gömdü.
“Çünkü sen benim her şeyimdin” dedi. “Hâlâ öylesin.”
Sahlep bardakları yerde kırılmış, sıcak sıvı ayakkabılarımızı ıslatıyordu.
Ama umurumuzda bile değildi.
Alnını alnıma dayadı.
Nefesi yüzüme değiyordu.
“Hoş geldin” dedi, gözleri kapalı. “Hoş geldin ömrüme.”
Gözyaşlarımız birbirine karıştı.
Dört senelik özlem,
dört senelik pişmanlık,
dört senelik aşk…
Bir sarılmada bitti.
Ve ben, nihayet,
eve dönmüştüm.
9 Kasım 2025 Pazar
Oyle aklima geldi yine sezai
Ani
Ben, Mert, artık “Aşkın Absürt Sanat Yönetmeni” değilim; Can beni “Galaksinin En Sabırlı Palyaçosu” ilan etti. Çünkü dün gece penguen Pando evi terk etti ve yerine konuşan bir tost makinesi geldi. Evet, tost makinesi konuşuyor. Adı Tostinho. Can “Pando buzluğa sığamadı, Tostinho daha kompakt!” dedi. Ben de “Kompakt mı? Gece 3’te ‘Kızarmış ekmek ister misiniz?’ diye bağırıyor!” dedim. Can “O sadece flörtöz!” dedi.
Sabah uyandım, hâlâ kelepçeliyiz. Can “Günaydın aşkım, kahvaltıda ne istersin?” dedi. Ben “Kelepçeyi çöz!” dedim. Can “Asla! Aşkımız zincirleme reaksiyon!” dedi. Mutfakta Tostinho devreye girdi: “Ben de kelepçeliyim, fişim prize takılı!” Ben “Senin fişin var, bizimki yok!” dedim. Can “Tostinho, sus, Mert’le özel konuşuyoruz!” dedi. Tostinho “Özel mi? Dün gece ‘Seni kızartırım’ dedim, duymadın mı?” Ben “Can, tost makinen seni aldatıyor!” dedim. Can “Kıskandın mı? Tostinho sadece ısınmak istiyor!” dedi.
Kahvaltıda Can “Sürpriz: Uçan waffle!” dedi. Waffle’ı fırlattı, tavana yapıştı. Ben “İniyor mu?” dedim. Can “Hayır, yeni avize!” dedi. Tostinho “Waffle avize mi? Ben de kızarmış ekmek avize olurum!” dedi. Can “Tostinho, yerini bil!” dedi. Tostinho “Yerim prize takılı, senin yerin Mert’in kalbi!” Ben “Kalp mi? Dün gece kelepçeyle uyuduk, kalp değil, bilek morardı!” dedim. Can “Mor bilek romantik! Moratoryum gibi!” dedi.
Öğlen “Hadi parka gidelim!” dedi. Kelepçeliyiz, tandem bisiklet yine hazır. Pedal çeviriyorum, Can arkadan ukulele çalıyor. Ama ukulele değil, patates. “Patatesle müzik yapıyorum, organik!” dedi. Ben “Patates mi çalınıyor?” dedim. Can “Evet, nota: Do-re-mi-patates!” dedi. Parka vardık, bir çocuk “Amca, neden zincirlisiniz?” dedi. Can “Aşk mahkumu!” dedi. Çocuk “Ben de mahkum olmak istiyorum!” dedi. Ben “Olmaz, ödevini yap!” dedim. Can “Ödev mi? Bizim ödevimiz absürtlük!” dedi.
Parkta uçan balon satıcısı gördük. Can “Bize balon alalım!” dedi. Baloncu “Helyum mu, hidrojen mi?” dedi. Can “Aşk gazı!” dedi. Baloncu “O bende yok!” dedi. Can “Olsun, helyum alalım, uçalım!” dedi. Balonu aldık, ikimiz de havalandık. Kelepçeliyiz, 10 metre yukarıda sallanıyoruz. Ben “İn aşağı!” dedim. Can “Asla, bulutlarda randevu!” dedi. Aşağıdan Tostinho’nun sesi: “Ben de uçmak istiyorum, fişimi uzatın!” (Can tost makinesini uzatma kablosuyla getirmiş.) Ben “Tostinho, sen prizde kal!” dedim. Can “Ayrımcılık bu, tost hakları!” dedi.
Akşam eve döndük, kapı yok. Yerine perde. Can “Yeni kapı konsepti: Tiyatro gibi gir!” dedi. Perdeyi açtım, içeride bir fil duruyor. “Adı Fiko, hayvanat bahçesinden ödünç!” dedi. Ben “Fil mi? Evde fil mi olur?” dedim. Can “Evet, Fiko trompet çalıyor!” dedi. Fiko trompet çaldı, tavan delindi. Ben “Komşular polisi arar!” dedim. Can “Arasın, Fiko şahit!” dedi. Tostinho “Ben de şahidim, kızarmış ekmek yemin!” dedi.
Gece “Yatmadan masal!” dedi. Can “Bir varmış, bir yokmuş, iki aşık kelepçeliymiş...” dedi. Ben “Bitti mi?” dedim. Can “Hayır, devamı: ...ve tost makinesi onları kızartmış!” dedi. Tostinho “Masalın sonu mutlu, çünkü çıtır çıtır!” dedi. Ben “Kapatın ışığı!” dedim. Can “Işık mı? Ampulü Fiko yuttu!” dedi. Karanlıkta Fiko trompet çaldı, Tostinho “Karanlıkta kızarma modu!” dedi. Ben “Sessizlik!” dedim. Can “Sessizlik mi? O bizim düşmanımız!” dedi.
Şimdi gece 4, hâlâ kelepçeliyiz. Fiko salonda uyuyor, Tostinho “Sıcak rüyalar” diyor, waffle tavanda kuruyor. Can “Yarın ne yapalım?” dedi. Ben “Boşanma avukatı!” dedim. Can “Avukatı da kelepçeyle getiririz!” dedi. Tostinho “Ben de avukat olurum, sözleşme kızarmış ekmek üstüne!” dedi. Fiko trompet çaldı: PRRRRT!
Ve ben, Mert, hâlâ gülüyorum. Çünkü bu ev bir sirk, bir tost makinesi, bir fil ve bir patates ukulelesi. Ve Can? O benim sonsuz absürt diyalog partnerim. Kelepçeyi çözmek mi? Asla. Zincirleme kahkaha devam ediyor!
Don Vito’nun Makarna İmparatorluğu
#### **Don Vito “Erişte Kral” Corleone-Türk**
**Yaş:** 58
**Doğum yeri:** Napoli (ama 5 yaşında İstanbul’a göç etmiş)
**Aile:**
- **Baba:** Don Giovanni – Napoli’de pizzacıydı, “Pizza yuvarlaktır, hayat karedir” derdi.
- **Anne:** Ayşe Teyze – Adanalı, acılı makarna icat etti. Vito’nun salça sevgisi buradan.
- **Kardeş:** “Lazanya” lakaplı abisi – İtalya’da kaldı, hâlâ “spagetti” diyor diye Vito onu aramaz.
**Geçmiş:**
- 15 yaşında ilk makarna tezgâhını açtı: **“1 TL’ye 1 tabak, üstüne naber?”**
- 20’sinde kara borsada **kuru makarna** sattı. Lakabı o zaman çıktı: **“Makarna Kralı”**
- 30’unda rakip çeteyle **“Makarna Savaşı”** yaptı. Silah yerine tencere kullandılar. Kazanan: **Salçalı taraf** (Vito).
- 40’ında **“Mutluluk Makarnası”** tarifini buldu. Dedesinin günlüğünde: *“Baharatı fazla kaçırırsan, düşman dans eder.”*
**Kişilik:**
- **Takıntı:** Makarnayı çatal-bıçakla değil, **kaşıkla** yer. “Çatal İtalyan icadı, kaşık Türk!”
- **Fobi:** Diyetisyenler. Bir tanesi “Karbonhidrat düşman” deyince, onu **makarna dükkânında garson** yaptı.
- **Sözü:** “Bir tabak makarna, bin dostluk eder. Ama salçasızsa, düşman!”
---
#### **“Sosis” Memo (asıl adı: Mehmet Sosisoğlu)**
**Yaş:** 35
**Boy:** 2.03 m
**Kilo:** 152 (hepsi kas… ve makarna)
**Doğum yeri:** Trabzon (ama 3 yaşında İstanbul’a taşındı)
**Aile:**
- **Baba:** Balıkçı – “Oğlum, denizde sosis olmaz” dedi, Memo makarnaya sardı.
- **Anne:** “Makarna Kraliçesi” lakaplı Fatma Abla – Memo’ya 5 yaşında tencere hediye etti.
- **Kardeş:** “Kıyma” lakaplı ikizi – Çete içinde kasap, Memo’nun kıymasını hazırlar.
**Geçmiş:**
- Çocukken **sumo güreşçisi** olmak istiyordu ama Türkiye’de ring yoktu.
- 18’inde Don Vito’nun dükkânına girdi: **“Patron, makarnayı korurum!”**
- İlk görevi: **Kedi kovalamak** – Ama kedi Memo’yu kovaladı, o gün fobisi başladı.
- 25’inde **“Makarna Kalkanı”** icat etti: Tencereyi kalkan gibi kullanıyor.
**Kişilik:**
- **Korku:** Kediler. Bir kere kedi görünce **“Anneee!”** diye ağladı, 150 kilo adam!
- **Yetenek:** 3 dakikada 5 kg makarna yer, hâlâ ayakta.
- **Sözü:** “Kedi görürsem, makarnayı bırakıp kaçarım… ama tencereyi alırım!”
---
#### **“Laz Böreği” Hasan Ağa**
**Yaş:** 62
**Doğum yeri:** Rize
**Lakap kökeni:** Annesi börek ustasıydı, Hasan küçükken börekle uyurdu.
**Aile:**
- **Baba:** Çaycı – “Oğlum, çay böreksiz olmaz” dedi. Hasan makarnaya geçti.
- **Anne:** “Börek Ana” – Hâlâ Rize’de, Hasan’a börek kargoluyor.
- **Kuzen:** “Hamsi” lakaplı – Çete içinde balıkçı, ama makarna yemiyor diye dışlanıyor.
**Geçmiş:**
- 20’sinde **börek imparatorluğu** kurdu. Ama börek çabuk bayatlayınca battı.
- 30’unda Don Vito’yla tanıştı: **“Makarna mı? Börek varken olmaz!”**
- 40’ında **dans eden adam** oldu: Vito’nun baharatlı makarnası yüzünden 3 gün zeybek oynadı.
- 50’sinde **“Dans Eden Börek”** lakabını aldı. Artık düğünlerde oynuyor.
**Kişilik:**
- **Takıntı:** Börek üstüne çay içer. Makarna yerse “Börek nerde?” diye sorar.
- **Zayıf yön:** Dans edince duramıyor. Bir keresinde **düğün salonunu dağıttı**.
- **Sözü:** “Börek kral, makarna prens. Ama dans kralı benim!”
---
#### **Kedi “Pasta”**
**Yaş:** 7 (insan yaşıyla 49)
**Tür:** Tekir
**Lakap:** “Depo Terörü”
**Geçmiş:**
- Don Vito’nun annesi sokakta buldu. Adı **“Makarna”** olacaktı ama “Pasta” dediler.
- Memo’yu ilk gördüğünde **miyavladı**, Memo masanın altına girdi. O gün efsane oldu.
- Depodaki fareleri kovuyor, ama **Memo’yu kovalıyor**.
**Kişilik:**
- **Hobisi:** Memo’nun poposuna pati atmak.
- **Yemeği:** Makarna (ama salçasız).
- **Sözü:** *Miyav!* (Çe2800: “Memo, yine mi korktun?”)
---
#### **Yan Karakterler (Kısa Dosyalar)**
1. **“Makaroniler”** – Don Vito’nun korumaları. Hepsi şef önlüğü giyer, silah yerine **rendeler**.
2. **“Kıyma”** – Memo’nun ikizi. Kıyma doğrarken **“Bu et makarnaya gider!”** der.
3. **Diyetisyen Garson** – Eski düşman. Artık dükkânda “Light makarna” satıyor, kimse almıyor.
---
### **Yeni Sahne: Karakterler Tanışıyor**
Don Vito’nun ofisinde toplantı:
**Don Vito:** “Memo, tarif nerde?”
**Memo:** “Patron, kedi yine masanın üstünde!”
**Pasta:** *Miyav!*
**Hasan Ağa (kapıda):** “Vito, börek getirdim, barışalım!”
**Don Vito:** “Börek mi? Salça koy, makarna olur!”
**Memo:** “Kedi bakıyor… ANNE!”
*Tencere düşer, makarna yağmuru başlar.*
**Ve hikaye, dans ederek devam eder…** 🍝😄
5 Kasım 2025 Çarşamba
Alanya Dolmus animda boyle bisey
Sahildeyim, güneş tepemde cayır cayır, beynim haşlanmış yumurta gibi. “Ayran içecem,” dedim, “ölürsem dolmuşta ölürüm!” Durağa geldim, dolmuş kapısı açık, şoför amca megafon gibi: “MERKEZ! BİNİN BİNİN, YER YOK AMA YER AÇARIZ!” İçerisi tam bir canlı hayvanat bahçesi:
- Sağımda teyze, kucağında 3 poşet domates + 1 poşet salatalık (salatalıklar kafamı dürttü resmen).
- Solumda abi, koltuk altına sıkıştırdığı tavuk kafesinde **HOROZ + 2 TAVUK** konser veriyor.
- Ön koltukta çocuk, elinde dondurma, ama erimiş, koluna yapışmış, “Anneee yapışkanıı!” diye ağlıyor.
- En önde dede, bastonuyla tempo tutuyor: “Hadi şoför, gazla gazla!”
Dolmuş hareket etti, yokuşa sardı. Şoför amca gazı kökledi, motor “vıjjjj” diye inledi. Tam o anda:
**DOMATES PATLAMASI!** Teyzenin poşeti yırtıldı, 2 kilo domates kucağıma lav gibi aktı. “Ay oğlum domatesleeer!” diye çığlık attı. Ben panikle topluyorum, ama dolmuş zıpladıkça domatesler koltuk altına, ayakkabıların içine, hatta horozun kafesine kaçıyor! 😱
Horoz bunu fırsat bildi: **KAFESİ KIRDI!** Tavuklar “gıdak gıdak” ortalığa dağıldı. Bir tavuk şoförün omzuna kondu, şoför “YOLCU TAVUK MU VAR?!” diye bağırdı. Dede bastonuyla tavuğu kovalıyor: “Gel buraya kebaplık!” Çocuk dondurma ağlamasını bıraktı, “Tavuuuk!” diye güldü.
Tam kaos zirvedeyken dolmuş **fren yaptı**, yokuşun ortasında durduk. Şoför indi, kaputu açtı, bi’ şeyler yaptı, geri bindi: “Motor nazlı, ama Alanya erkeği bırakmaz!” dedi. Ama motor hâlâ “vır vır” diyor, çalışmıyor.
Teyze panik: “Domateslerim ezildi, salatalıklarım kırıldı!”
Abi: “Tavuklarım kaçtı, horozum nerde?!”
Dede: “Benim baston tavuğun poposuna girdi!”
Ben: Üstüm başım domates püresi, ayakkabımın içinde salatalık var, kucağımda horoz tüyü! 😭
Şoför amca çözümü buldu: **DOLMUŞU YOKUŞ AŞAĞI BIRAKTI!** Freni bıraktı, dolmuş kendi kendine kaymaya başladı. Herkes çığlık atıyor, tavuklar uçuşuyor, domatesler yuvarlanıyor. Ben camı açtım, “Yardım ediiiin!” diye bağırıyorum, dışarıdan turistler video çekiyor: “Turkish rollercoaster!”
Sonunda dolmuş kendi kendine merkeze geldi, şoför frene bastı: “İndik millet!”
- Teyze: “Domateslerim gitti, ama salatalıklarım sağ!”
- Abi: “Horozumu buldum, ama tavuklar hâlâ yok!”
- Dede: “Bastonum tavuk poposunda kaldı!”
- Çocuk: “Anne, dondurma tavuk yedi!”
Ben indim:
- Saçım domates çekirdeği,
- Tişörtüm salatalık turşusu,
- Cebimde horoz tüyü,
- Elinde yarım domates,
- Ayakkabımda tavuk dışkısı! 😅
Şoför amca el salladı: “Kızım, yarın yine gel, bu sefer **karpuz** getiririm!”
Alanya dolmuşu: Giriş 5 TL, macera bedava, terapi dahil! 😂😂😂
Senin dolmuş kaosun var mı, yoksa bu rekor mu? 😜